Monday, 8 April 2013

3 GUNDE PARIS

Paris'i degisik rotalarla gezmek mumkun. Seine Nehri boyunca şehrin kalbi sayılan ve ilk yerleşim merkezi olan Ile de la Cite rotası en keyifli rotalardan biri. Ilk durak Pont Neuf. 

Pont Neuf, Paris'in en eski köprülerinden biri. 7 numaralı metro hattının Pont Neuf durağında inerek 1607 yılında yapılmış bu en eski köprüyü görüyoruz. Köprünün başında atının üzerinde duran kişi ise açılış törenini de gerçekleştiren IV. Henry. Conciergerie, buradaki ilk durak. Fransız Devrimi sırasında hapishane olarak kullanılmış Conciergerie binasi Marie Antoinette ve 2,700 kişinin giyotine gönderilmesine tanıklık etmiş 700 yıllık bir yapı ve içi gezilebiliyor. Giyotine gönderilenlerin listesi, Marie Antoinette'in hücresi, kadınlar avlusu, sınıflarına göre mahkumların hücreleri, muhafız salonları, nehirden yiyeceklerin getirildiği mutfak bölümü ve şapelleriyle birlikte görülesi binalardan biri burası. Bu binadan sorumlu kişi (concierge) o dönemlerde adaletin en yüksek rütbeli görevlisi ve kral tarafından görevlendiriliyor. Binanın bir kısmı gezilebiliyor. Diğer bölümleri ise hâlâ mahkeme ve adalet sarayı olarak kullanılıyormuş. 
Buradan çıktıktan sonra okları takip ederek Paris'in belki de en görkemli şapeli olan Sainte Chapelle'e giriyoruz. 13. yüzyılın ilk yarısında inşa edilmiş bu muhteşem şapelin en önemli özelliği üzerinde binden fazla İncil'den sahnenin tasvir edildiği 16 adet resimli dev camı. Burayı gezerken dinin sanatla anlatılabilmesinin ne kadar güzel bir şey olduğunu bir kez daha düşündüm. Kişi başı 12,5 EURO ödeyerek Conciergerie ve Sainte Chapelle'i birlikte gezebilirsiniz.

Burayı da gezmeyi bitirdikten sonra Rue de Lutece boyunca ilerleyerek 200 yıldan uzun süredir yerinde duran Çiçek Pazarı'nı (Marché aux Fleurs) solunuzda göreceksiniz. Amsterdam'daki kadar etkileyici olmadığını söylemeliyim. Hemen önünüzde ise 651 yılında inşa edilmiş şehrin en eski hastanesi olan Hotel Dieu olacak. Ama asıl güzelliğe daha gelmedik. Buradan hemen sağa dönüyorsunuz ve karşınızda tüm ihtişamıyla meşhur Notre Dame Katedrali'ni görüyorsunuz.

VII. Louis zamanında 1163'te yapımına başlanan bu muhteşem Gotik eserin şimdiki halini alması 1300lü yılları bulmuş. Gül pencereleri, 13 tonluk dev "Emmanuel" çanı, canavarımsı çirkin yaratıklar şeklinde tasarlanmış su olukları, kuleleri ve heykelleriyle bence Paris'teki en etkileyici yapılardan biri burası. Sanki Victor Hugo'nun kambur zangoçu Quasimodo'yu ve aşkı Esmeralda'yı görecekmiş gibi hissediyorsunuz içerideyken. Ya da belki de hissetmiyorsunuzdur da benim hayal gücüm devreye girmiş olabilir. :) Katedrale giriş ücretsiz, ama kuleye tırmanmak için hem belli bir ücret ödemek hem de sıra beklemek gerekiyor. 
Katedralin arkasına doğru ilerleyip, fotoğraflarını çektikten sonraMemorial de la Deportation'ın girişini görüyorsunuz. II. Dünya Savaşı'nda Nazi toplama kamplarında öldürülen 200,000 Fransızın anısına yapılmış bu yapının içinde karanlıkta ışığı yansıtan ve parlayan 200,000 cam boncuk bulunuyor. Bunlar şehitleri anımsatması için konulmuş cam parçalar. Şehitleri anmak için şehrin ortasına böyle bir anıt koymak ne saygı dolu, duyarlı ve zarif bir düşünce değil mi?

İşte şehrin iki doğal adacık üzerine kurulmuş tarihi kalbi aslında bu bölge sayılıyor. Küçücük bir alan da olsa detaylıca iç-dış gezmekten gerekiyor. Sehir ilk olarak buraya kuruldugu icin her bina tarihi. Bildiginiz gibi, Hitler 2nci dunya savasinda Paris'i bombalatmadigi icin ve isgal bir kursun atmadan gerceklestigi icin Paris yillardir ayni sekilde bozulmadan ve orjinalligini kaybetmeden kalmis.

Sanzelize (Champs Elysees) caddesi. Bir ucu Concorde Meydanı'ndaki dikilitaşa, diğer ucu ise Arc de Triomphe yaniZafer Takı'na uzanan uzun, geniş, cıvıl cıvıl ve en ünlü caddelerinden Paris'in. Kaldırımları da en az kendisi kadar geniş olan bu caddede pek çok ünlü markanın mağazasını bulmanız mümkün. Ayrıca keyifli restoranları ve pastaneleriyle ve meşhur LIDO Shov'un yapıldığı kulübüyle gece gündüz canlılığını kaybetmeyen bir cadde burası. 


Champs Elysees'ye gitmek için üç metro durağını kullanabilirsiniz. Bence akşam üstü hava kararmadan 2 numaralı hattınCharles de Gaulle - Etoille durağında inerek Zafer Takı'nda inmelisiniz. Fransız Devrimi sonrasında 1800 ile 1815 yılları arasında Napolyon önderliğinde yapılan Napolyon Savaşları sırasında ölen askerler anısına yaptırılan bu güzel anıtı ve altındaki hiç sönmemek üzere yanan ateşi görmelisiniz. İsterseniz tepesine çıkıp buradan Paris'e bakabilirsiniz. Daha sonra cadde boyunca yürüyebilir ve bir cafede şarap-peynir molası verebilir, üzerine La Duree'den aldığınız makaronlarınızı atıştırabilirsiniz. Ama yılbaşına kadar olan dönemde gidiyorsanız, tatlınızı caddenin Concorde Meydanı'na yakın olan kısmında kurulan stantlardan da alabilirsiniz. (Nutellalı krep/kestane/gofret/sosis/churros alternatifleri mevcut :) )

Artık şehre biraz da tepeden bakma zamanı geldi, değil mi? O zaman hazırlanın: "ressamlar tepesi" de olarak bilinenMontmartre'ye gidiyoruz!
Benim icin Paris'in en sevdiğim yeri olur kendileri, ne de olsa cok yakininda oturuyorum. Ozellikle gunesli (ve sicak) bir havada, manzara ve ortamin keyfine doyum olmaz, yaz aylarında cıvıl cıvıll meydana ve Sacre Coeur Bazilikası'nın önündeki merdivenlere hakimdi. Buranin ilginc bir hikayesi var. Cok yeni bir kilise aslinda ve de cok etkileyici ama tarihini okuyunca ve neden yapildigini bilince etkileyiciligi kayboluyour, neyse her sekilde Paris'in olmazsa olmazlarından biri olduğunu düşünüyorum. Mutlaka görmelisiniz ve ilkbahar ya da yaz aylarında giderseniz uzun uzun tadını çıkarmalısınız.

Buraya gitmek için 2 numaralı metro hattının Anvers durağında iniyor ve füniküler ile yukarı çıkıyorsunuz. İnerken yürüyerek merdivenlerden inebilirsiniz. Daha keyifli olacaktır. İlk önce karşınıza Sacre Coeur Bazilikası çıkıyor. Paris'in en yüksek noktasında (130 metre) bulunan bu bembeyaz kilisenin yapımına 1875 yılında başlanmış. Bitiş ise 1914'ü bulmuş. Bazilikanın bulunduğu Montmartre, "mount of martyrs" yani "şehitler tepesi" anlamına geliyor. Burada şehitler ile din uğruna acı çekerek ölen azizler kastediliyor. Bazilikanın kurulduğu nokta ise Paris'in ilk başpapazı olan Aziz Denis'in boynunun vurulduğu yermiş. 1919'da yapılan bir törenle bu bazilika kutsanmış ve Kutsal Kalp'e (İsa'nın kalbini sembolize eder) adanmıştır. Bu yazdiklarim tabii ki de yazili bir tarih, diger yandan da montmartre'da kilise kurulmadan evvel Paris komun'unun hakim oldugunu belirtmekte fayda var.

Montmartre için "sanatçılar tepesi" deniyor, Sacre Coeur'un arka tarafına doğru şirin ve dar yollardan yürüdükten sonra aşağıdaki meydana çıkıyorsunuz ve orada bir sürü ressamın ve karikatüristin bir şeyler yaptığını ve sattığını görüyorsunuz. Çevresinde de bir sürü keyifli cafe ve restoran bulunuyor. Gerçekten hoş ve keyifli bir ortam ve dediğim gibi güzel havalarda çok daha uzun saatler kalınabilecek yerler buralar.

Zaten ne olursa olsun, yılın hangi ayında gelirseniz gelin yine de Amelie filminin de çekildiği bu şirin semti inanılmaz sıcak ve hoş buluyorsunuz. Burayı seveceğinize eminim. O yüzden gelmişken uzun uzun tadını çıkarın. Buradan ayrılmanız akşamı bulursa da çıkışta Pigalle'i gezebilirsiniz. Pigalle  eskiden beri gece hayatiyla meshur olmus, kabare ve show'lariyla Paris'in gece yasaminin kalbi sayilan bir yer. Su anda sadece Moulin Rouge'a evsahipligi yapmasina ragmen, tekrar eski gunlere donme belirtileri var. Bir suru yeni bar/restoran aciliyor bu bolgede. 


Ikinci Gun Programi icin ilk baslangic noktasi, Lüksemburg Bahçesi, 224.500 metrekareye yayılmış alanıyla Paris'in en büyük parklarından biri. Burası yazın o kadar keyifli bir yer ki anlatamam. Havuzun etrafındaki sandalyelerde, ağaçlı yollara konmuş banklarda ya da çimlerin üzerinde oturup veya uzanıp kitabınızı okuyabileceğiniz, arkadaşlarınızla sohbet edip, oyun oynayabileceğiniz, içinde yürüyüş yapabileceğiniz keyifli bir park alanı burası. Kısacası bizim alışık olmadığımız türden bir oluşum da diyebiliriz! Parkta degisik bolgelerde ozellikle haftasonu satranc, bilye, top oyunlari oynaniyor, bazen havuzunda tekne yuzduruluyor, bizim icin cok farkli bir park. Güneşli bir günde orada bulunmak ve ozel olarak yapilmis iskemlelerde oturmak buyuk bir keyif guneslenmek (gunes almak) icin. İçinde Fransız Senatosu'nun binası olarak kullanılan Lüksemburg Sarayı'nın ve birçok heykel, çeşme ve anıtın bulunduğu bu keyifli parkta daha bol zaman geçirme fırsatınızın olmasını dilerim.

Şehrin bu bölgesinde görmeniz gereken bir yer daha bulunuyor: Pantheon. Burası ilk olarak Paris'in koruyucu azizesi Geneviève'e ithaf edilen bir kilise olarak yapılmış ama Fransız Devrimi sonrasında kilise özelliğini kaybederek bir anıt mezar halini almış. Mimari olarak Roma'daki Pantheon'u (isim babasi ama tabii ki de pek bir benzerlik yok Roma'daki muhtesem eski bir Pantheon'la) andıran bu yapının içinde Voltaire, Victor Hugo, Emile Zola, Jean-Jacques Rousseau, Marie Curie, Alexandre Dumas ve Pantheon'un mimarı olan Jacques-Germain Soufflot'nun mezarları bulunmaktadır. Ust katta ise meshur foucault  sarkaci bulunmakta, guzel bir deneyim:) Place du Pantheon'un (Pantheon Meydanı) yapının mimarının adının verildiği Rue Soufflot (Soufflot Caddesi) ile kesiştiğini görürsünüz. Haritanızı açıp Paris'teki sokak isimlerine baktığınızda ise ünlü sanatçılardan, yazarlardan, devlet adamlarından, bilim adamlarından ve bir şekilde insanlığa katkıda bulunmuş büyük isimlerden oluşan bir liste ile karşılaşabilirsiniz. 





Le Marais bolgesi de basli basina gezilebilecek, dar sokaklari ve inanilmaz cok sayida designer butikleri ve barlariyla dunyanin moda merkezi gibi. Hem Gay mahallesi hem Yahudi mahallesi, hem moda hem de turist merkezi olmasi dolayisiyla, yukarida Republique duragindan baslayip Place des Vosges'a kadar capraz bir sekilde sokak sokak yuruyebilirsiniz. Yahudi mahallesine gelince, Chez Marianne'de felafel'in tadina bakabilirsiniz. 


Sırada Paris'te görülebilecek daha bir cok yer daha var. Louvre Muzesi keza Musee d'Orsay, yani Orsay Müzesi ve yakinlarindaki Rodin Muzesi ve hatta Invalides. Bunlar icin 2 gun ayirmak gerekiyor. Diger muzeleri muze bolumunde anlatmaya calisacagim ama Paris muzeleri gercekten bir baska guzel.

Kariyerine bir tren garı olarak başlayan Orsay binası 1900 yılında müze olmaya karar vermiş. İçinde barındırdığı 1848 - 1914 yılları arasına ait sanat eserleri sayesinde her yıl milyonlarca kişi tarafından ziyaret edilen bu keyifli müzede Monet, Renoir, Van Gogh, Cezanne ve Corot gibi ünlü sanatçıların en önemli yapıtlarını görmeniz mümkün. Pazartesi günleri kapalı olan bu müzeyi görmek için kesinlikle zaman ayırmalısınız. Sabah 9.30 ile akşam 18.00 arasında açık olan bu müzeyi Perşembe günleri ise gece 21.45'e kadar gezebiliyorsunuz!

İkinci önerim ise Rodin Müzesi olacak. (Hatta toplam 12 EURO vererek hem Rodinhem de Orsay Müzesi için giriş kartı alabiliyorsunuz ve kişi başı 2 EURO gibi kârınız oluyor. Aklınızda bulunsun!) Orsay'ı gezdiğiniz mevsim fark etmez ama Rodin Müzesi'ni baharda veya yazın görmenizi tavsiye ederim, çünkü müzenin ziyaretçilere açık çok güzel bir bahçesi de bulunuyor. Bu müzede 1840-1917 yılları arasında yaşayan ünlü heykeltıraşın Düşünen Adam, Öpücük ve Cehennemin Kapısı gibi en ünlü eserlerini görebilirsiniz.

Bu arada Orsay Müzesi'ne gitmek için Musee d'Orsay metro durağı olduğunu hatırlatayım. Rodin Müzesi için de 8 numaralı metro hattının Varenne durağında inmeniz gerekiyor.

Muze gezmek istemezseniz ya da zamaniniz varsa ya da mimari konulara ilgi duyuyorsaniz, o zaman önerim La Defense olacak. Bazılarının Paris'e gidilince "görmeden olmaz" dedikleri bir yer olsa da bence "görseniz de olur görmeseniz de" kategorisine giren bir yer burası. Modern mimari örnekleri ve gökdelenlerle dolu olan bu bölge Paris'in iş dünyasının da merkezi sayılıyor. Zafer Takı'nın bile modernini (Grande Arche) burada görmeniz mümkündür. Kendinizi bir anda estetik abidesi bir Avrupa şehrinden çıkmış ve estetik yoksunu bir Amerikan metropolüne adım atmış gibi hissedebilirsiniz. Ama unutmayin bu meydan Sanzelize'nin devami olarak kus ucusu tabii ki de yapilmis ve yillar yili bir plan dahilinde yapimi yavas yavas devam etmis hala da devam etmekte olan inanilmaz bir proje.


Paris'te gezilecek yer onerilerine ek olarak, degisik yillarda yapilmis sehir parklarini da ekleyebiliriz. Benim en cok hosuma giden park, Parc de Buttes Chaumont. Sehrin biraz disinda olmasina ragmen, oldukca etkileyici bir park. Paris'in kuzeydogusunda, 25hektar alana yayilmis olan, 3uncu Napolyon tarafindan 1867'de acilmis, bayagi bir tepelik, agaclik ve cimenli ve keza selalesi ve golu olan guzel bir sehir parki ornegi, IBB gelse de gorse keske

Yine artan/fazla zamani olanlar icin baska bir oneri de Pere Lachaise! "Ne işiniz var mezarlıkta yahu?" dediğinizi duyar gibiyim. Ama öyle böyle bir yer değil burası, içinde bir sürü ünlü yatıyor. İdare binasından mezarlığın haritasını alarak gezmenizi öneririm, çünkü yalnızca girişteki panodan numaralara bakarak aradığınız mezarı bulmanız mümkün değil. Burada çocukluğumuzun La Fontaine'indenMoliere'e, Oscar Wilde'dan Marcel Proust'a, Edith Piaf'tan Balzac'a, Auguste Comte'dan Chopin'e kadar pek çok ünlü isim yatıyor. Jim Morrison'un mezarını görmek isteyenler cogunlukta. 2 ya da 3 numaralı metro hatlarının Pere Lachaise durağında inerek ulaşabileceğiniz bu inanılmaz geniş bir alana yayılmış olan mezarlıkta ilginizi çeken tüm isimlerin mezarını gezmeniz mümkün olmayabilir. İçindeki heykeller, çeşmeler ve krematoryum gibi binalar da haritada işaretlenmiş ama bir süre sonra yabancı bir ülkede mezarlık gezmekte olduğunuz fikriyle kendinizi biraz tuhaf hissederek ortamı hemen terk etmek isteyebilirsiniz. Tam da bu noktada Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'nın mezarlarının bulunduğunu da belirteyim. Haritada isimleri yer almasa bile dilerseniz görevlilere (çöpleri toplayan görevli de dahil-işini layıkıyla yapma bilinci bu olsa gerek!) sorarak yerlerini öğrenebilir ve ziyaret edebilirsiniz. 

Herkesin ezbere gitmek istedigi Eyfel Kulesini sona biraktim. Eiffel Kulesi. 300 metre (hatta üzerindeki vericilerle birlikte 320 metre) yüksekliğinde ve 8564 ton ağırlığında 1710 basamaklı bu dev yapının yapımı yaklaşık iki yıl sürmüş. 28 Ocak 1887'de on beş metre derinlikteki temelinin kazılmasından sonra açılışı 31 Mart 1889'da yapılarak Fransız Devrimi'nin yüzüncü yılına denk getirilmiş. Yapımında çalışan "gökyüzünün marangozları" olarak adlandırılan işçiler Gustave Eiffel'in mühendislik firmasının ve mimar Stephen Sauvestre'nin talimatları üzerine demir parçaları bir araya getirmişler. Dünyanın en çok ziyaret edilen yapılarından biri ve Paris'in simgesi olan Eyfel Kulesi'ne yılda 6 milyon civarında ziyaretçi geliyormuş. Kulenin tepesine çıkılabiliyor ve restoranında yemek yenebiliyor. Eyfel Kulesi ile aynı fotoğraf karesine girmek için en güzel yerin de karşı kıyısındaki Trocadero metro durağında iner inmez göreceğiniz merdivenler olduğunu hatırlatayım. Eyfel Kulesi'nde kuyruk beklemek istemiyorsaniz, internetten biletinizi alip, elinizi kolunuzu sallayarak ilk uzun kuyruklari asabilirsiniz, en az bir saat kazanciniz var :)


Galeries La Fayette, 1893 yılında Théophile Bader ve Alphonse Kahn adlarında iki kuzen tarafından Opera'nın yakınlarındaki işlek alışveriş bölgesinde açılmış bir mağazaymış. Şimdi ise erkek ve ev dekorasyonu bölümü ayrı birer bina olan üç tane çok katlı mağazadan oluşuyor. Ana bina yedi katlı, diğerleri ise yaklaşık dörder katlı binalar. İçinde yok yok! Sırf Noel süslemeleri için bile ayrı bir kat ayrılmış. Şampanya barından sushi restoranına kadar bir sürü yeme-içme noktası bulunuyor.Galeries La Fayette'in bittiği yerde Printemps başlıyor ki o da Paris'teki diğer ünlü çok katlı mağaza diyebiliriz. Ama yine deGaleries La Fayette kadar eski ve önündeki ana caddeye adını verebilmiş bir mağaza değil. "Alışverişle işim olmaz," diyenlerin bile en azından Galeries La Fayette'in parfümeri resyonunun olduğu kapısından içeri girip, kafalarını yukarı kaldırıp, mağazanın süslü kubbe ve balkonlarına bakmalarını öneririm.

Paris'te alışveriş için diğer en ünlü cadde ise bildiğiniz üzere Champs Elysees. Louis Vuitton, Prada, Dior, Hermes gibi markaların ürünlerinin en yeni modellerine en önce sahip olmak isteyenler buralara mutlaka uğramalılar. Bu arada Paris'in en ünlü outlet'i olan La Vallee'yi de unutmamak gerekir. Burası Paris'e trenle yaklaşık 35 dakika mesafede, Disneyland'e yakın, açıkhava bir outlet köyü! (Buraya gitmek için RER Ahattının Marne La Vallee/Parc Disneyland yönüne biniyor ve sondan bir önceki durak olan Val D'Europe'da iniyorsunuz. Kısa bir yürüme mesafesinden sonra kendinizi mağazaların tam arasında bulacaksınız.)

Paris Operasi, Opera Garnier olarak mimarı Charles Garnier'in adıyla da anılan bu görkemli bina 1875 yılında tamamlanmış. Biz az çok Viyana'daki Opera binası benzeri bir şeylerle karşılaşacağımızı tahmin ettiğimiz için gezmedik ama8 EURO karşılığında binanın içini gezmeniz mümkün. Bu arada Opera'nın yakınlarına kadar gelmişken Cafe de l'Opera'ya uğrayıp bir tatlı ve kahve molası da verebilirsiniz. Ama servis her zaman ayni degil :(


No comments:

Post a Comment