Tahta kadar sert yataktan kalkiyorum, cay ve bayat ekmek ve kotu peynir esliginde gecistiriyorum kahvaltimi ama yine bir Fransiz’a yakalaniyorum. Iki uc senedir gittigim heryerde parca parca dunyayi gezen bircok Fransizla karsilasiyorum. Hep ayni nakarat, dunyayi geziyorum, Fransiz’im, Fransa’dan sikildim. Isin gercegi, issizim, issizlik yardimi aliyorum ama is bulamiyorum, gelen parayi almak ve arada gostermelik de olsa (internet sagolsun) Fransa’ya gidiyorum, yoksa aldigim parayla krallar gibi dunyayi geziyorum. Neyse nerede calistigimi soyleyince, zannederim memleketlisini uzun zaman gormemis oldugundan olsa gerek calistigim sirketi elestiriyor, Fransa’yi da, 20 dakika cevap vermeden dinliyorum, sonra ozgurluk J
Theatre Hostel, diger
hostel kadar organize degil taksi isinde, ayni uzun guzergah ve fiyat listesi
var ama 2 kat daha pahali ne hikmetse. Her halikarda ben dun aldigim taksi
fiyatina yakin birsey bile olsa gitmeye hazirim onlarla. Ama gorunen o ki,
bunlar tamamiyla keriz silkelemek uzerine yogunlasmislar. Dun aldigim fiyati
soyluyorum, Theatre hostel’in genc sahibine, imkansiz diyor. Havalimani taksisi
icin verdigim fiyati soyluyorum imkansiz diyor, bugunku rota icin dun aldigim
fiyati soyluyorum, yine imkansiz deyince anladim ki, zeka ile degil ticaret ile
dogru orantili bir beyin yapisi var.
Hostel’deki en
faydali bilgi, nereye nasil ve kaca gidilecegi (minibus/otobus/trolleybus)
fiyatlari ve numaralari ve hangi garden kalktiklari var. Sehirde otobus gari
sayisi bir hayli fazla, o yuzden mutlaka, nereye hangi otobusle gidilir, hangi gar’dan
ve o gar’a hangi vasita ile gidilir onu bastan bilmek gerek (eger rusca
bilmiyorsaniz).
Etchmiadzin: Ilk
duragim, Etchmiadzin. Erivan’a 25 km. uzaktaki Echmiadzin’e gitmeye karar
veriyorum. Mashtot Caddesine acilan sokaklardan birinden kalkan bir minibuse
biniyorum. Bugun gunlerden pazar oldugu icin sansliyim, cunku gormek istedigim
yerlerden birisi sehre cok yakin olan Etchmiadzin ve burasi aslinda Ermenistan'in
bir nevi Vatikan'i. Yani tarihi 4. yuzyila inen bir katedralde pazar ayini
izleme sansim olacak. Minibus bekliyorum, zar zor yer buldugum bir minibus ile
gara gidiyorum ama orada ne otobus ne minibus var, bekleyen 50-60 kisi var. Herkesin
arasindan siyrilip, ilk minibus’e biniyorum ayakta iki buklum, cunku ayinin
kacta basladigini bilmiyorum, gec kalacagim korkusu ile ( 250 AMD ). Minibus’un
son duragi Etchmiadzin dini kompleksi. Herkes oraya gidiyor, haliyde durmadan
20-25 dakikalik yol gidiyoruz.
Echmiadzin; Ermeniler
icin onemli dini yerlerden. İcinde, kilise ve diger dini yapilarin
bulundugu parkin buyuk kapisinda indiriyor surucu. Kapidan iceri girince,
buyuk bir anit goruyorum. 2001 yilinda, Papa 2. Jean Paul’un ziyaretinin
anisina yapilmis. Siyah tastan ve guzel kompozisyona sahip. “ Bu kadar buyuk
bir anit, olsa olsa , genosit aniti olur Ermenistan’da “ diye dusunmustum,
yanilmisim. Onumden gecen birine soruyorum. “burasi degil, beraber
gidelim, gostereyim “ deyince, park icinde yurumeye basliyoruz. Sagdaki,
daha kucuk bir “ khachkar “ gosteriyor. 1915-1923 jenosit aniti bu.
Ermeniler’in khachkar dedikleri, islenmis taslardan birisi,
ama, Ermeni’lerin yasadigi degisik topraklari temsil eden motiflerle suslenmis.
Arkasinda ise, uzerinde, Ermeni’ce yazi bulunan bir kalkan ve uzerine
dolanmis cicek figurleri var. Parkin en gorkemli yapisi, jenosit anitinin
tam karsisindaki Mayr Tachar Katedrali, 19 y.y ‘da yapilmis,
Ermeniler’in ana katedrali. Selcuklu motiflerine cok benzeyen, mukemmel
tas isciligi burada da, giris kapisinin cevresinde ve iceride karsima cikiyor.Yesil
ve serin parkin icinde yine birbirinden guzel sanat eseri cesmeler var, Melih
basganim kadar olmasa da
Ayinin olmasi
sebebiyle mi bilmiyorum ama heryer turist ve yerli misafirle dolu, yani ana
baba gunu. Kathedral cok genis bir bahceye yayilmis. Burasi da 100ncu yil
dolayisiyla tamirde. Daha evvel bircok defalar her turlu Hristiyan (Ortodoks&Katolik&Evangelist&Luteran…),
Hindu, Budist,.. ayini gormus olmama ragmen, ayin baslayinca agzim acik kaliyor.
Papazlar kilisenin on tafinda bulunan kursunun arkasindalar. Hepsi sirayla
cikiyorlar. Kara kaba sakallari ve kukluxklan kukelatalari (siyah) ile cok
korkutucular, gulmeden somurtarak arkadaki odadan cikiyorlar, genc papazlarin
elinde tutsuler sallaniyor. Organ esliginde ilahi seslendiren kadin korosu (bu
tip klasik musikiye herhangi bir ozel merakimiz olmamasina karsin) buyuleyici.
Solistin sesi ise peri gibi mi desem su gibi mi desem, bir tuhaf, muthis.
Epeyce suren bu giris taksiminden sonra papaz efendilerinden kidemli biri,
maiyeti yanindaki cirak oglanlarla birlikte cemaatin arasina giriyor Aramizda
kalabaliktan kacamayanlarin hac opmek zorunda kalmasi ve yogun tutsu kokusu ile
sonuclanan bu merasim bitmeden kendimi tekrar disariya atiyorum. Bu arada,
terennum edilen ezgilerin temel Turk muzigi makamlariyla bir ilgisi olmali, o
kadar belli ki. Buranin yerlisi olup ayni zamanda katedrali ziyaret
edenlerin buyuk cogunlugu kadinlar. Dekolte kiyafetleri ile dugune gelmis havalari
var. Bazilarinin kilise icinde mini etek, yuksek topuklu ayakkabi ve full
makyaj, yapili saclarin ustune kafanin yarisini kapataca dantela ince esarp
(beyaz) takmasi, cok komik. Ne yazik ki rahatsiz etmeden fotograf cekmeyi
basaramadim. Kilisenin disi tam bir rus gorgusuzlugu, giyilen kiyafetler ve
makyaja uygun, ben buradaydim fotolari cekiliyor bol bol ama bir yandan da bir
kosede 5’er 10’ar mum dikenler var. Onlarin arasinda da gercek dindarlari
gormek mumkun tek tuk de olsa. Bir abla-kardesi tesadufen de olsa yakaliyorum
fotograf karesinde, benden mutlu kimse yok.
Ilerideki shapel’den
ayin sesleri geliyor. Ufak bir vaftiz merasimi var. Oraya dogru yoneliyorum,
yuzler guluyor. Butun mekanlardaki butun ince iscilik etkiletici. Eski Selcuklu
ve Osmanli camii'lerini hatirliyorum hep, kimin yaptigi belli guzel Tas
isciliklerini, cesmeleri bile sanat eseri, sultanimiz gorse kizardi. O Kadar
yani.
Mayr Tachar
Katedralinin yaninda, buyuk bir kitapci var. Giriyorum. Pek cok kitap
var. Ermenistan cekilmis, Agri ve Kucuk Agri Daglarinin fotograflarinin
bulundugu kartpostallarin uzerinde Ermenistan yaziyor. Binlerce yildir yasadiklari
topraklari unutmamak icin buyuk caba harciyorlar. Ararat ile yatip kalkmalarinin
otesinde, Akdamar sigarasi, Kilikya birasi gibi, gunluk tuketim
maddelerine bilhassa bu adlari vermisler sanirim. Dun, Mashtot Caddesinin
sonunda, Kaskad’in sag tarafindaki bir tepede, ofkeli yuz hatlari
ile gozlerini Turkiye’ye cevirmis, elinde kilici ile Mother Armenia (
Mayr Hayestan ) yani Ermeni Ana heykelini gormustum. Hayastan, Ermenistan
demek. Anlasilan, Ermenistan gezim, dusuncelerle,
muhakemelerle gececek. Resmi kabulumuz olan 800000 Ermeni’nin oldurulmesi,
ardindaki nesillerde olusan paranoya, uzaktan gozlemlenerek anlasilamayacak
sanirim
Gelirken minibus olmadigindan dolayi dert cektim, giderken rahat olsun diye, taxi sordum. Amacim, minibus ile Erivan’a donup oradan minibus ile Garni’ye gitMemek. Bu yolu taksi ile giderek zamandan kazanmak. Hemen bir polis'i durdurdum. O da bir kankasini aradi, O da kardesini. Sonucta 6000AMD’ye bagladik fiyati. Toplamda 50-70dakika arasi surdu ki kanimca normalde 30-40 dakika surer. Rusca bit nimet buralarda. Rusca olmadan yasanamaz o kesin. Ingilizce cok sinirli rusca bile limitli. Ama yine de kurtarici. Ne taksi soforu ne de polis rusca biliyor, yeni jenerasyon ruscasiz basliyor hayata. Neyse taxi hizli gider dedim ama su kayntti eski Lada ciguli. Unutmusum su kaynatan arabalari.
Gelirken minibus olmadigindan dolayi dert cektim, giderken rahat olsun diye, taxi sordum. Amacim, minibus ile Erivan’a donup oradan minibus ile Garni’ye gitMemek. Bu yolu taksi ile giderek zamandan kazanmak. Hemen bir polis'i durdurdum. O da bir kankasini aradi, O da kardesini. Sonucta 6000AMD’ye bagladik fiyati. Toplamda 50-70dakika arasi surdu ki kanimca normalde 30-40 dakika surer. Rusca bit nimet buralarda. Rusca olmadan yasanamaz o kesin. Ingilizce cok sinirli rusca bile limitli. Ama yine de kurtarici. Ne taksi soforu ne de polis rusca biliyor, yeni jenerasyon ruscasiz basliyor hayata. Neyse taxi hizli gider dedim ama su kayntti eski Lada ciguli. Unutmusum su kaynatan arabalari.
Garni’ye dedigim gibi normalde Erivan’in dogusundaki Nor Nork semtinde,
GAI Poghot ( cadde ) uzerinde, Mercedes Show Room’unun arkasindan minibuslere
binilerek gidiliniyor. 266 nolu minibus/marshrutka (250 AMD). Az sonra, Erivan’in 30 km. dogusunda
bulunan Garni koyune gitmek uzere Sevimsiz, verimsiz topraklarda
ilerliyoruz, zaman zaman Agri Dagi belirip, kayboluyor. Oylesine
sislenmis ki; sadece tepesindeki beyazliklar gorunuyor. Garni’ye 4 su molasi
(su kaynatma sogutma) ile variyoruz. Kisa bir yuruyusle, gisenin onundeyim
( 2000 AMD ). Bu ilk giris ucreti su ana kadar. Gezdigum yerlerde hic giris
ucreti odemedim. Tam odemeyi dusunurken, onumde bulunan 4 kisiden catik kasli
olan agzini acip konusayim deme dedi sessiz ve sertce arkasindaki erkek
arkadasina Almanca. Kadin gise’deki gorevliyle birseyler konustular ve direkt
olarak bilet almadan girise gittiler, haliyle o 4 kisilik gruplari birden 5
kisi oluverdi, ben de girise para vermedim J
Karsimda,
sanki, Atina’daki Parthenon Tapinaginin maketi var. Lonely Planet; Romalilar’in
gunes tanrisi Helios’a, tapinagin yanindaki levha ise, Mithra’ya
adandigini yaziyor. Hatirladigim kadariyla; Eski Ermenilerin inanclari
arasinda en evrensel olani Mithra kultuydu. Mithra bir yandan gunes, yani
Helios ile, diger yandan Apollon ve Hermes ile esdegerdi. Ozgun olarak bu
tanri, Ahura-Mazda'nin yandasi olarak savasan bir isik kaynagi, bir
tur melek biciminde kabul edilmisti. Tapinagin bulundugu bolge, İ.O 8. ‘a
kadar tarihlenmekte ve Urartular’a ait arastirmalar yapilmakta. Tapinak,
1. y.y ‘da Ermeni Krali Trdat tarafindan yaptirilmis. Hemen yan tarafinda,
dairesel Sion kalintilari var. Karsida, dim dik bir duvar gibi yukselen
kaya blokunun altinda akan Azat nehri, gumusten bir ip gibi parliyor,
gunes isiklari ile ve Garni Kanyonu boyunca akip gidiyor. Kaya blokunun
bkanyona uzanan yuzunde, sanki, yan yana yapistirilmiscasina,
seritler gibi ilginc gorunumler olusturmuslar. Garni Tapinaginin kucucuk
platformu, pespese gelen otobuslerden inen İranli’lar ile dolup tasiyor.
Zerdust inancini da etkilemis olan Mithra ile kultur bagi kuruyor olmali İranli’lar.
Ermeniler’in Hristiyanligi kabulunden sonra, yazlik saray olarak kullanilmis
bu alan. Antik sutunlar arasinda, genc kizlar, Roma’li dilberlere ve
aristokrat Hristiyan kadinlarina nazire yaparcasina, saclarini savurarak
poz veriyorlar. Iceride
bir ayin var. Iceri girince ufak bir tiyatro gosterisi ile karsilasiyorum. Daha
evvel de fark etmistim, elinde uzum tasiyanlari, megersim bugun kutsal uzum
gunuymus, guzel bir mizansen ve uzum yenip sarap icilliyor. Ne kadar farkli,
diger hristiyan inanislarindan.
Tapinaga hakim,
golge bir koseye cekiliyor ve bir yerlere yerlestirilemedigi icin yan yana
dizilmis, gormus gecirmis sutunlardan birine oturuyorum. Etrafa serpistirilmis
ses duzeninden, huzunlu bir duduk(kaval) sesi yayiliyor. Duduk,
bizim duduk(kaval) anlaminda, ama cok guzel, huzun dolu ezgiler
yaratan bir geleneksel Ermeni enstrumani. Ezgiler bizim ezgiler ama calan sanki
cok daha guzel caliyor dudugu(kaval) gibi geliyor. Urartilar’dan bu yana surup
gelen tarihsel surecte, gelisiyor, genisliyor Ermeni Kralliklari.
Hatta, Pers Satraplari, Lubnan, Suriye ve Azerbeycan’in yonetimini
veriyorlar. Anadolu topraklari gibi, buralardan da, Urartu kultleri,
Paganizm, Zerdustluk ve Hristiyanlik gelip geciyor. Pardon; Hristiyanlik,
geliyor ama gecmiyor. Yunanli’lar ve Yahudiler’de oldugu gibi din ve milliyetcilik
ic ice geciyor. Gurculer gibi, altin caglarini yasiyorlar. En buyuk
darbeyi de, hep Turklerden yemis oluyorlar. Yine kurban getirmis olanlar
var, hristiyanlikta yoktu halbuki boyle bir kurban, din uzerine din gelince,
eski aliskanliklar bitmemis JTapinagin giris kapisinin yanindan
asagida tarlalara, agaclik araziye inen patikalara giriyorum.
Belki, Azat nehrinin kiyilarina inerim, kaybolmazsam, 11. y.y
‘ da yapilmis Havuts Tar Manastirina dogru tepeye yuruyebilirim, hava 35C
civari. Asagi inen patika, birkac demir kapinin onunde bitiyor. Rastgele
bir keci yoluna giriyorum, boyle, Havutsa Tar yolunu bulamam,
hic degilse Azat nehrinin kiyisina inerim diyerek yuruyorum. Kanyonun icindeyim
artik. Karsidaki, kalip kalip, serit halindeki taslar gercekten
ilginc.
Garni girisinde,
dondurma satan dukkanin yaninda buz gibi suyu akan bir cesmede soluklaniyorum.
Simdiki hedefim, 10 km. ilerdeki Geghard Manastiri. Buradan Geghard’a minibusle
ulasim yok.
Garni’den, Geghard’a
hangi yoldan gidildigini ogreniyorum, sapaga kadar cikiyorum, otostop cektigim 4ncu
5nci araba duruyor. Bir aile, yeni dogmus bebekleri ile manastira gidiyorlar,
ellerinden bir sepet uzum var. Yol bayagi bir dik. Olacak gibi degilmis,
bitip tukenmez yokuslari bagira cagira cikan arac, sonunda, pek cok
otobusun siralandigi park yerinde park ediyoruz. Sofor cok hos sohbet, rusca
bilmek hakikaten de onemli. Soforun ruscasi da gayet iyi. Esasinda taxi soforuymus,
ailesi icin bugun calismamis, uzum gunu oldugu icin (bagbozumu sanirim). Manastir
yine yukseklerde ve gizli. Geghard Manastiri, 4. y.y ‘a kadar uzaniyor,
ancak, ana katedral 1215 yilinda yapilmis. Uc tarafinda yukselen daglar
ve eteklerindeki magaralar, munzevi Hristiyanlar’in mekanlari olsa gerek.
Orta Cagda, dini merkez imis. Tas oyma isciliginin doruklarindaki
katchkar’lar burada da karsima cikiyor. Bir kismi saga sola serpistirilmis,
bir kismi da, kayalarin arasinda acilmis nislere yerlestirilmis. Bahcede
ve iceride korkunc bir kalabalik var. Bir nisteki tas oymalari fotograflarken, gozum
arkalarindaki odalara dikiliyor. Garik (beni arabalarina alan aile reisi)
bunlarin ilk magara kiliselerden oldugunu soyluyor, tamamiyla kayalar ince ince
oyulmus ve cok ufak odaciklar olusturulmus.
Yukari uzanan toprak
patikayi cikarken, sagda, bir agacin dallarina baglanmis caputlari
goruyorum. Ne kadar benzer geleneklerimiz var Ermeniler’le, ayni
Rumlar’la oldugu gibi. Ilginc semboller var, hem manastirin disinda hem de
icinde. Elinde kilic tutan arslan betimlemesi, manastirin sembolu imis. Manastirin
icinde cok fazla sayida papaz var, cogunlu genc ve sakalli, surekli bir dua
okuma ve kutsama yapiyorlar. Odalarin bazilari mum’lar dolayisiyla isli ve tutsu
kokuyor. Bazi odalar icice, arkalardan dolasilan odalar var. En ilginc (onlar
icin mucizevi) olan ise bir odadan ortaya cikan su pinari. Resmen kilisenin
icinden gecen bir su yolu var ve orada ortaya cikmis, kilise’de uzun sure
kusatma altinda yasarlarken. Gercekten de heryer bozkir gibi kupkuru, burada
boyle bir su pinarinin olmasi hayret verici. Seromoni’lerin biri bitiyor biri
basliyor,cok fazla uzum var her yerde, papazlara da veriyorlar, diger insanlara
da. Yeni evil bir cift ya da kucaginda vaftiz olmasini istedikleri bebekleriyle
gelen bir aile, manastir bayagi kalabalik. Cok soguk bir cesme var, kana kana
su iciyorum, diger herkesle beraber. Garik nereye gitmek istedigimi soruyor,
anlatiyorum, Dilijan ve Sevan golune ugramak istedigimi. Tamam diyor beraber
gidecegiz benim misafirimsin. Hayir demeye calisiyorum ama olmaz biz de kural
bu diyor. Yola cikiyoruz, Garni ile Geghard arasinda bir yerde duruyoruz,
akraba ziyareti. Eski ve bakimsiz bir koyun icine giriyoruz, soldaki evlerden
birine giriyoruz. Haniminin kizkardesi buraya gelin gelmis. Karsidaki tepelere
bakan yamacta tek katli bir ev, yamactan asagiya 12 donum bahce meyve
agaclariyla dolu. Masa kurulmus biz gelmeden, asmanin altinda, (zorla) oturup
yemege basliyoruz. Burada konusulan Ermenice’de cok az kelime anladigimi fark
ediyorum, hizli konustuklari icin sanirim, bir bacanak lafi duydum, bacanaklar
oyle hitap ediyorlardi birbirlerine. Iran ve Gurcistan’da bulunup, arkadaslarin
konusmalarini dinleyince, Ermenice tam ikisi arasi bir yerde tin’liyor. Dil
benzer degil ama inisleri cikislari sanki Iran dili Farsca’yi andiriyor. Bir de
surekli can demeleri. Hemen her cumlede can var, hani biz yazilisini jan diye
okuruz ya, aslinda bu can diye okunuyormus.Yemekten hizlica kalktiktan sonra bu
sefer Yerevan’a dogru yola cikiyoruz, 25-30 dakika suruyor surmuyor, bu sefer
de Garik’in evine misafiriz, uzum, karpuz, cikolata, corek, su kola kahve
zorunlu molasi. Bu da bitince nihayet hanimini ve cocuklarini Garik evde
birakiyor ve benimle yola cikiyor. Ilk duragimiz Sevan Golu, yaklasik 1 saat
suruyor. Gol uzaktan cok buyuleyici, ufak bir yarimoda uzerinde insane seli
var, yarimadanin en ucundaki kiliseyi ziyaret eden.
Bu arada Garik bir
heykelin yanindan gecerken korna caliyor, deniz kizi heykeline benziyor.
Heryerde heykel var, Garik bayagi bir heykeli korna ile selamladi yolculugun
basindan beri. Sevan Golu'ne bakiyor heykel. Garik kiz kulesi hikayesini
anlatiyor, Heykel’in adi AkhDamar. Golun uzerindeki (yarim)adada bir guzel kizin
yasadigini, bu guzel kizin her gece yuzerek gelen sevgilisi onu bulabilsin diye
bir isik yaktigini, bir gece yakamayinca sevgilisinin bogulup oldugunu filan
anlatan bir efsane dinliyoruz (Bunlari kim uyduruyor ve bunlar nasil boyle
buyuk bir hizla yayilabiliyor?). AkhDamar heykelin adi, kizin adi Tamar’mis,
sevgilisi Akh Tamar niye boyle yaptin diyormus bogulurken. Garik’e acaba Van’da
da boyle bir gol ustu ada, ada ustu kilise olmasin deyince, yok yok diyor,
esasi bu, bakma sen oranin ismine...
Pek uzun kalmadan,
kiliseler de kapanmadan yola cikiyoruz, bu sefer istikamet Dilijan. Daglarin
icinden yukseldikce, butun flora degisiyor, onumuzde ufak bir koy, Ermenistan’in
Isvicresi. Dilijan ile ilgili ilk degerlendirmem, herhalde terk edilmis
bir kent olmali burasi, ama her yerinde de otel insaatlari yukseliyor seklinde.
Meydanda birkac dukkandan baska bir sey yok, onlar da kapali. Yukaridaki Jukhtakvank
Manastirina cikmayi deniyoruz, yol musait degil onumuzdeki 8 km icin. Geriye
donup, gaz doldurma istasyonu ariyoruz, 250km yol yapmisiz bugun. Yine yogun
bir gaz kokusu ve sigara icen insanlar L
Akabinde Hagardzin
manastiri, ormandaki tum agaclar dilek bezleriyle donatilmis. Birkac kisi mum
yakmaya gelmisler.
Arkasindan da Gosavank:
kusursuz bir Karadeniz koyunun kucaginda, baska bir dunyaya acilan kapi.
Ulkenin uzerinden
Sovyet rejimi tank gibi gecmis. Bir tur medeniyet getirmisler, dogru. Her yerde
heybetli kamu binalari, duzenli sokaklar, bir ornek koyler yapilmis. Adim basi
sosyalist kahramanlik anitlari: saldirgan, ama bir ornek degil. Sistem belli ki
kisa bir sure islemis de. Sonra carklar durmus, her seyin ustunu gri ve
kasvetli bir toz ortmus.
O tozun ortmedigi yer
manastirlar. Her biri bir issiz dagin basinda, insanin tanriyla - ya da kendi
ruhuyla - yalniz kaldigi yerler. Dunyanin pek az yerinde benzeri olan bir
mimari kusursuzlukla insa edimisler. Hepsi ayni ruhun eseri,ama hicbiri digerinin
ayni degil. Etrafta sukûneti bozan hicbir sey yok, ne turist otobusleri, ne
bilet, ne levha, ne satis standi, ne otopark ucreti, ne terbiyesizce
"restorasyon" gosterileri. Sinirin berisindekiler gibi vahset izleri
yok, ama Bati'nin kibar cilasi ile de (henuz) kirlenmemisler. Bin yildan beri
degismeden oradalar.