Wednesday, 20 August 2014

DAY3 – 17.08.2014 ETCHMIADZIN - GARNI - GEGHARD - SEVAN - DILIJAN ARMENIA ERMENISTAN





Tahta kadar sert yataktan kalkiyorum, cay ve bayat ekmek ve kotu peynir esliginde gecistiriyorum kahvaltimi ama yine bir Fransiz’a yakalaniyorum. Iki uc senedir gittigim heryerde parca parca dunyayi gezen bircok Fransizla karsilasiyorum. Hep ayni nakarat, dunyayi geziyorum, Fransiz’im, Fransa’dan sikildim. Isin gercegi, issizim, issizlik yardimi aliyorum ama is bulamiyorum, gelen parayi almak ve arada gostermelik de olsa (internet sagolsun) Fransa’ya gidiyorum, yoksa aldigim parayla krallar gibi dunyayi geziyorum. Neyse nerede calistigimi soyleyince, zannederim memleketlisini uzun zaman gormemis oldugundan olsa gerek calistigim sirketi elestiriyor, Fransa’yi da, 20 dakika cevap vermeden dinliyorum, sonra ozgurluk J
Theatre Hostel, diger hostel kadar organize degil taksi isinde, ayni uzun guzergah ve fiyat listesi var ama 2 kat daha pahali ne hikmetse. Her halikarda ben dun aldigim taksi fiyatina yakin birsey bile olsa gitmeye hazirim onlarla. Ama gorunen o ki, bunlar tamamiyla keriz silkelemek uzerine yogunlasmislar. Dun aldigim fiyati soyluyorum, Theatre hostel’in genc sahibine, imkansiz diyor. Havalimani taksisi icin verdigim fiyati soyluyorum imkansiz diyor, bugunku rota icin dun aldigim fiyati soyluyorum, yine imkansiz deyince anladim ki, zeka ile degil ticaret ile dogru orantili bir beyin yapisi var.
Hostel’deki en faydali bilgi, nereye nasil ve kaca gidilecegi (minibus/otobus/trolleybus) fiyatlari ve numaralari ve hangi garden kalktiklari var. Sehirde otobus gari sayisi bir hayli fazla, o yuzden mutlaka, nereye hangi otobusle gidilir, hangi gar’dan ve o gar’a hangi vasita ile gidilir onu bastan bilmek gerek (eger rusca bilmiyorsaniz).

Etchmiadzin: Ilk duragim, Etchmiadzin. Erivan’a 25 km. uzaktaki Echmiadzin’e gitmeye karar veriyorum. Mashtot Caddesine acilan sokaklardan birinden kalkan bir minibuse biniyorum. Bugun gunlerden pazar oldugu icin sansliyim, cunku gormek istedigim yerlerden birisi sehre cok yakin olan Etchmiadzin ve burasi aslinda Ermenistan'in bir nevi Vatikan'i. Yani tarihi 4. yuzyila inen bir katedralde pazar ayini izleme sansim olacak. Minibus bekliyorum, zar zor yer buldugum bir minibus ile gara gidiyorum ama orada ne otobus ne minibus var, bekleyen 50-60 kisi var. Herkesin arasindan siyrilip, ilk minibus’e biniyorum ayakta iki buklum, cunku ayinin kacta basladigini bilmiyorum, gec kalacagim korkusu ile ( 250 AMD ). Minibus’un son duragi Etchmiadzin dini kompleksi. Herkes oraya gidiyor, haliyde durmadan 20-25 dakikalik yol gidiyoruz.
Echmiadzin; Ermeniler icin onemli dini yerlerden. İcinde,  kilise ve diger dini yapilarin bulundugu parkin buyuk kapisinda indiriyor surucu. Kapidan iceri girince,  buyuk bir anit goruyorum. 2001 yilinda,  Papa 2. Jean Paul’un ziyaretinin anisina yapilmis. Siyah tastan ve guzel kompozisyona sahip. “ Bu kadar buyuk bir anit,  olsa olsa ,  genosit aniti olur Ermenistan’da “ diye dusunmustum,  yanilmisim. Onumden gecen birine soruyorum. “burasi degil,  beraber gidelim,  gostereyim “ deyince,  park icinde yurumeye basliyoruz. Sagdaki,  daha kucuk bir “ khachkar “ gosteriyor. 1915-1923 jenosit aniti bu. Ermeniler’in khachkar dedikleri,  islenmis taslardan birisi,  ama,  Ermeni’lerin yasadigi degisik topraklari temsil eden motiflerle suslenmis. Arkasinda ise,  uzerinde,  Ermeni’ce yazi bulunan bir kalkan ve uzerine dolanmis cicek figurleri var. Parkin en gorkemli yapisi,  jenosit anitinin tam karsisindaki Mayr Tachar Katedrali,  19 y.y ‘da yapilmis,  Ermeniler’in ana katedrali. Selcuklu motiflerine cok benzeyen,  mukemmel tas isciligi burada da,  giris kapisinin cevresinde ve iceride karsima cikiyor.Yesil ve serin parkin icinde yine birbirinden guzel sanat eseri cesmeler var, Melih basganim kadar olmasa da
Ayinin olmasi sebebiyle mi bilmiyorum ama heryer turist ve yerli misafirle dolu, yani ana baba gunu. Kathedral cok genis bir bahceye yayilmis. Burasi da 100ncu yil dolayisiyla tamirde. Daha evvel bircok defalar her turlu Hristiyan (Ortodoks&Katolik&Evangelist&Luteran…), Hindu, Budist,.. ayini gormus olmama ragmen, ayin baslayinca agzim acik kaliyor. Papazlar kilisenin on tafinda bulunan kursunun arkasindalar. Hepsi sirayla cikiyorlar. Kara kaba sakallari ve kukluxklan kukelatalari (siyah) ile cok korkutucular, gulmeden somurtarak arkadaki odadan cikiyorlar, genc papazlarin elinde tutsuler sallaniyor. Organ esliginde ilahi seslendiren kadin korosu (bu tip klasik musikiye herhangi bir ozel merakimiz olmamasina karsin) buyuleyici. Solistin sesi ise peri gibi mi desem su gibi mi desem, bir tuhaf, muthis. Epeyce suren bu giris taksiminden sonra papaz efendilerinden kidemli biri, maiyeti yanindaki cirak oglanlarla birlikte cemaatin arasina giriyor Aramizda kalabaliktan kacamayanlarin hac opmek zorunda kalmasi ve yogun tutsu kokusu ile sonuclanan bu merasim bitmeden kendimi tekrar disariya atiyorum. Bu arada, terennum edilen ezgilerin temel Turk muzigi makamlariyla bir ilgisi olmali, o kadar belli ki. Buranin yerlisi olup ayni zamanda katedrali ziyaret edenlerin buyuk cogunlugu kadinlar. Dekolte kiyafetleri ile dugune gelmis havalari var. Bazilarinin kilise icinde mini etek, yuksek topuklu ayakkabi ve full makyaj, yapili saclarin ustune kafanin yarisini kapataca dantela ince esarp (beyaz) takmasi, cok komik. Ne yazik ki rahatsiz etmeden fotograf cekmeyi basaramadim. Kilisenin disi tam bir rus gorgusuzlugu, giyilen kiyafetler ve makyaja uygun, ben buradaydim fotolari cekiliyor bol bol ama bir yandan da bir kosede 5’er 10’ar mum dikenler var. Onlarin arasinda da gercek dindarlari gormek mumkun tek tuk de olsa. Bir abla-kardesi tesadufen de olsa yakaliyorum fotograf karesinde, benden mutlu kimse yok.
Ilerideki shapel’den ayin sesleri geliyor. Ufak bir vaftiz merasimi var. Oraya dogru yoneliyorum, yuzler guluyor. Butun mekanlardaki butun ince iscilik etkiletici. Eski Selcuklu ve Osmanli camii'lerini hatirliyorum hep, kimin yaptigi belli guzel Tas isciliklerini, cesmeleri bile sanat eseri, sultanimiz gorse kizardi. O Kadar yani.
Mayr Tachar Katedralinin yaninda,  buyuk bir kitapci var. Giriyorum. Pek cok kitap var. Ermenistan cekilmis,  Agri ve Kucuk Agri Daglarinin fotograflarinin bulundugu kartpostallarin uzerinde Ermenistan yaziyor. Binlerce yildir yasadiklari topraklari unutmamak icin buyuk caba harciyorlar. Ararat ile yatip kalkmalarinin otesinde,  Akdamar sigarasi,  Kilikya birasi gibi,  gunluk tuketim maddelerine bilhassa bu adlari vermisler sanirim. Dun,  Mashtot Caddesinin sonunda,  Kaskad’in sag tarafindaki bir tepede,  ofkeli yuz hatlari ile gozlerini Turkiye’ye cevirmis,  elinde kilici ile Mother Armenia ( Mayr Hayestan ) yani Ermeni Ana heykelini gormustum. Hayastan,  Ermenistan demek. Anlasilan,  Ermenistan gezim,  dusuncelerle,  muhakemelerle gececek. Resmi kabulumuz olan 800000 Ermeni’nin oldurulmesi,  ardindaki nesillerde olusan paranoya,  uzaktan gozlemlenerek anlasilamayacak sanirim
Gelirken minibus olmadigindan dolayi dert cektim, giderken rahat olsun diye, taxi sordum. Amacim, minibus ile Erivan’a donup oradan minibus ile Garni’ye gitMemek. Bu yolu taksi ile giderek zamandan kazanmak. Hemen bir polis'i durdurdum. O da bir kankasini aradi, O da kardesini. Sonucta 6000AMD’ye bagladik fiyati. Toplamda 50-70dakika arasi surdu ki kanimca normalde 30-40 dakika surer. Rusca bit nimet buralarda. Rusca olmadan yasanamaz o kesin.
Ingilizce cok sinirli rusca bile limitli. Ama yine de kurtarici. Ne taksi soforu ne de polis rusca biliyor, yeni jenerasyon ruscasiz basliyor hayata. Neyse taxi hizli gider dedim ama su kayntti eski Lada ciguli. Unutmusum su kaynatan arabalari.
Garni’ye dedigim gibi normalde  Erivan’in dogusundaki Nor Nork semtinde,  GAI Poghot ( cadde ) uzerinde,  Mercedes Show Room’unun arkasindan minibuslere binilerek gidiliniyor. 266 nolu minibus/marshrutka (250 AMD). Az sonra,  Erivan’in 30 km. dogusunda bulunan Garni koyune gitmek uzere Sevimsiz,  verimsiz topraklarda ilerliyoruz,  zaman zaman Agri Dagi belirip,  kayboluyor. Oylesine sislenmis ki; sadece tepesindeki beyazliklar gorunuyor. Garni’ye 4 su molasi (su kaynatma sogutma) ile variyoruz. Kisa bir yuruyusle,  gisenin onundeyim ( 2000 AMD ). Bu ilk giris ucreti su ana kadar. Gezdigum yerlerde hic giris ucreti odemedim. Tam odemeyi dusunurken, onumde bulunan 4 kisiden catik kasli olan agzini acip konusayim deme dedi sessiz ve sertce arkasindaki erkek arkadasina Almanca. Kadin gise’deki gorevliyle birseyler konustular ve direkt olarak bilet almadan girise gittiler, haliyle o 4 kisilik gruplari birden 5 kisi oluverdi, ben de girise para vermedim J
Karsimda,  sanki,  Atina’daki Parthenon Tapinaginin maketi var. Lonely Planet; Romalilar’in gunes tanrisi Helios’a,  tapinagin yanindaki levha ise,  Mithra’ya adandigini yaziyor. Hatirladigim kadariyla; Eski Ermenilerin inanclari arasinda en evrensel olani Mithra kultuydu. Mithra bir yandan gunes,  yani Helios ile,  diger yandan Apollon ve Hermes ile esdegerdi. Ozgun olarak bu tanri,  Ahura-Mazda'nin yandasi olarak savasan bir isik kaynagi,  bir tur melek biciminde kabul edilmisti. Tapinagin bulundugu bolge,  İ.O 8. ‘a kadar tarihlenmekte ve Urartular’a ait arastirmalar yapilmakta. Tapinak,  1. y.y ‘da Ermeni Krali Trdat tarafindan yaptirilmis. Hemen yan tarafinda,  dairesel Sion kalintilari var. Karsida,  dim dik bir duvar gibi yukselen kaya blokunun altinda akan Azat nehri,  gumusten bir ip gibi parliyor,  gunes isiklari ile ve Garni Kanyonu boyunca akip gidiyor. Kaya blokunun bkanyona uzanan yuzunde,  sanki,  yan yana yapistirilmiscasina,  seritler gibi ilginc gorunumler olusturmuslar. Garni Tapinaginin kucucuk platformu,  pespese gelen otobuslerden inen İranli’lar ile dolup tasiyor. Zerdust inancini da etkilemis olan Mithra ile kultur bagi kuruyor olmali İranli’lar. Ermeniler’in Hristiyanligi kabulunden sonra,  yazlik saray olarak kullanilmis bu alan. Antik sutunlar arasinda, genc kizlar,  Roma’li dilberlere ve aristokrat Hristiyan kadinlarina nazire yaparcasina,  saclarini savurarak poz veriyorlar. Iceride bir ayin var. Iceri girince ufak bir tiyatro gosterisi ile karsilasiyorum. Daha evvel de fark etmistim, elinde uzum tasiyanlari, megersim bugun kutsal uzum gunuymus, guzel bir mizansen ve uzum yenip sarap icilliyor. Ne kadar farkli, diger hristiyan inanislarindan.
Tapinaga hakim,  golge bir koseye cekiliyor ve bir yerlere yerlestirilemedigi icin yan yana dizilmis,  gormus gecirmis sutunlardan birine oturuyorum. Etrafa serpistirilmis ses duzeninden,  huzunlu bir duduk(kaval) sesi yayiliyor. Duduk,  bizim duduk(kaval) anlaminda,  ama cok guzel,  huzun dolu ezgiler yaratan bir geleneksel Ermeni enstrumani. Ezgiler bizim ezgiler ama calan sanki cok daha guzel caliyor dudugu(kaval) gibi geliyor. Urartilar’dan bu yana surup gelen tarihsel surecte,  gelisiyor,  genisliyor Ermeni Kralliklari. Hatta,  Pers Satraplari,  Lubnan,  Suriye ve Azerbeycan’in yonetimini veriyorlar. Anadolu topraklari gibi,  buralardan da,  Urartu kultleri,  Paganizm, Zerdustluk ve Hristiyanlik gelip geciyor. Pardon; Hristiyanlik,  geliyor ama gecmiyor. Yunanli’lar ve Yahudiler’de oldugu gibi din ve milliyetcilik ic ice geciyor. Gurculer gibi,  altin caglarini yasiyorlar. En buyuk darbeyi de,  hep Turklerden yemis oluyorlar. Yine kurban getirmis olanlar var, hristiyanlikta yoktu halbuki boyle bir kurban, din uzerine din gelince, eski aliskanliklar bitmemis JTapinagin giris kapisinin yanindan asagida tarlalara,  agaclik araziye inen patikalara giriyorum. Belki,  Azat nehrinin kiyilarina inerim,  kaybolmazsam,  11. y.y ‘ da yapilmis Havuts Tar Manastirina dogru tepeye yuruyebilirim, hava 35C civari. Asagi inen patika,  birkac demir kapinin onunde bitiyor. Rastgele bir keci yoluna giriyorum,  boyle,  Havutsa Tar yolunu bulamam,  hic degilse Azat nehrinin kiyisina inerim diyerek yuruyorum. Kanyonun icindeyim artik. Karsidaki,  kalip kalip,  serit halindeki taslar gercekten ilginc.  
Garni girisinde, dondurma satan dukkanin yaninda buz gibi suyu akan bir cesmede soluklaniyorum. Simdiki hedefim, 10 km. ilerdeki Geghard Manastiri. Buradan Geghard’a minibusle ulasim yok.
Garni’den, Geghard’a hangi yoldan gidildigini ogreniyorum, sapaga kadar cikiyorum, otostop cektigim 4ncu 5nci araba duruyor. Bir aile, yeni dogmus bebekleri ile manastira gidiyorlar, ellerinden bir sepet uzum var. Yol bayagi bir dik. Olacak gibi degilmis,  bitip tukenmez yokuslari bagira cagira cikan arac,  sonunda,  pek cok otobusun siralandigi park yerinde park ediyoruz. Sofor cok hos sohbet, rusca bilmek hakikaten de onemli. Soforun ruscasi da gayet iyi. Esasinda taxi soforuymus, ailesi icin bugun calismamis, uzum gunu oldugu icin (bagbozumu sanirim). Manastir yine yukseklerde ve gizli. Geghard Manastiri,  4. y.y ‘a kadar uzaniyor,  ancak,  ana katedral 1215 yilinda yapilmis. Uc tarafinda yukselen daglar ve eteklerindeki magaralar,  munzevi Hristiyanlar’in mekanlari olsa gerek. Orta Cagda,  dini merkez imis. Tas oyma isciliginin doruklarindaki katchkar’lar burada da karsima cikiyor. Bir kismi saga sola serpistirilmis,  bir kismi da,  kayalarin arasinda acilmis nislere yerlestirilmis. Bahcede ve iceride korkunc bir kalabalik var. Bir nisteki tas oymalari fotograflarken, gozum arkalarindaki odalara dikiliyor. Garik (beni arabalarina alan aile reisi) bunlarin ilk magara kiliselerden oldugunu soyluyor, tamamiyla kayalar ince ince oyulmus ve cok ufak odaciklar olusturulmus.
Yukari uzanan toprak patikayi cikarken,  sagda,  bir agacin dallarina baglanmis caputlari goruyorum. Ne kadar benzer geleneklerimiz var Ermeniler’le,  ayni Rumlar’la oldugu gibi. Ilginc semboller var, hem manastirin disinda hem de icinde. Elinde kilic tutan arslan betimlemesi,  manastirin sembolu imis. Manastirin icinde cok fazla sayida papaz var, cogunlu genc ve sakalli, surekli bir dua okuma ve kutsama yapiyorlar. Odalarin bazilari mum’lar dolayisiyla isli ve tutsu kokuyor. Bazi odalar icice, arkalardan dolasilan odalar var. En ilginc (onlar icin mucizevi) olan ise bir odadan ortaya cikan su pinari. Resmen kilisenin icinden gecen bir su yolu var ve orada ortaya cikmis, kilise’de uzun sure kusatma altinda yasarlarken. Gercekten de heryer bozkir gibi kupkuru, burada boyle bir su pinarinin olmasi hayret verici. Seromoni’lerin biri bitiyor biri basliyor,cok fazla uzum var her yerde, papazlara da veriyorlar, diger insanlara da. Yeni evil bir cift ya da kucaginda vaftiz olmasini istedikleri bebekleriyle gelen bir aile, manastir bayagi kalabalik. Cok soguk bir cesme var, kana kana su iciyorum, diger herkesle beraber. Garik nereye gitmek istedigimi soruyor, anlatiyorum, Dilijan ve Sevan golune ugramak istedigimi. Tamam diyor beraber gidecegiz benim misafirimsin. Hayir demeye calisiyorum ama olmaz biz de kural bu diyor. Yola cikiyoruz, Garni ile Geghard arasinda bir yerde duruyoruz, akraba ziyareti. Eski ve bakimsiz bir koyun icine giriyoruz, soldaki evlerden birine giriyoruz. Haniminin kizkardesi buraya gelin gelmis. Karsidaki tepelere bakan yamacta tek katli bir ev, yamactan asagiya 12 donum bahce meyve agaclariyla dolu. Masa kurulmus biz gelmeden, asmanin altinda, (zorla) oturup yemege basliyoruz. Burada konusulan Ermenice’de cok az kelime anladigimi fark ediyorum, hizli konustuklari icin sanirim, bir bacanak lafi duydum, bacanaklar oyle hitap ediyorlardi birbirlerine. Iran ve Gurcistan’da bulunup, arkadaslarin konusmalarini dinleyince, Ermenice tam ikisi arasi bir yerde tin’liyor. Dil benzer degil ama inisleri cikislari sanki Iran dili Farsca’yi andiriyor. Bir de surekli can demeleri. Hemen her cumlede can var, hani biz yazilisini jan diye okuruz ya, aslinda bu can diye okunuyormus.Yemekten hizlica kalktiktan sonra bu sefer Yerevan’a dogru yola cikiyoruz, 25-30 dakika suruyor surmuyor, bu sefer de Garik’in evine misafiriz, uzum, karpuz, cikolata, corek, su kola kahve zorunlu molasi. Bu da bitince nihayet hanimini ve cocuklarini Garik evde birakiyor ve benimle yola cikiyor. Ilk duragimiz Sevan Golu, yaklasik 1 saat suruyor. Gol uzaktan cok buyuleyici, ufak bir yarimoda uzerinde insane seli var, yarimadanin en ucundaki kiliseyi ziyaret eden.
Bu arada Garik bir heykelin yanindan gecerken korna caliyor, deniz kizi heykeline benziyor. Heryerde heykel var, Garik bayagi bir heykeli korna ile selamladi yolculugun basindan beri. Sevan Golu'ne bakiyor heykel. Garik kiz kulesi hikayesini anlatiyor, Heykel’in adi AkhDamar. Golun uzerindeki (yarim)adada bir guzel kizin yasadigini, bu guzel kizin her gece yuzerek gelen sevgilisi onu bulabilsin diye bir isik yaktigini, bir gece yakamayinca sevgilisinin bogulup oldugunu filan anlatan bir efsane  dinliyoruz (Bunlari kim uyduruyor ve bunlar nasil boyle buyuk bir hizla yayilabiliyor?). AkhDamar heykelin adi, kizin adi Tamar’mis, sevgilisi Akh Tamar niye boyle yaptin diyormus bogulurken. Garik’e acaba Van’da da boyle bir gol ustu ada, ada ustu kilise olmasin deyince, yok yok diyor, esasi bu, bakma sen oranin ismine...

Pek uzun kalmadan, kiliseler de kapanmadan yola cikiyoruz, bu sefer istikamet Dilijan. Daglarin icinden yukseldikce, butun flora degisiyor, onumuzde ufak bir koy, Ermenistan’in Isvicresi. Dilijan ile ilgili ilk degerlendirmem,  herhalde terk edilmis bir kent olmali burasi,  ama her yerinde de otel insaatlari yukseliyor seklinde. Meydanda birkac dukkandan baska bir sey yok, onlar da kapali. Yukaridaki Jukhtakvank Manastirina cikmayi deniyoruz, yol musait degil onumuzdeki 8 km icin. Geriye donup, gaz doldurma istasyonu ariyoruz, 250km yol yapmisiz bugun. Yine yogun bir gaz kokusu ve sigara icen insanlar L
Akabinde Hagardzin manastiri, ormandaki tum agaclar dilek bezleriyle donatilmis. Birkac kisi mum yakmaya gelmisler.
Arkasindan da Gosavank: kusursuz bir Karadeniz koyunun kucaginda, baska bir dunyaya acilan kapi.

Ulkenin uzerinden Sovyet rejimi tank gibi gecmis. Bir tur medeniyet getirmisler, dogru. Her yerde heybetli kamu binalari, duzenli sokaklar, bir ornek koyler yapilmis. Adim basi sosyalist kahramanlik anitlari: saldirgan, ama bir ornek degil. Sistem belli ki kisa bir sure islemis de. Sonra carklar durmus, her seyin ustunu gri ve kasvetli bir toz ortmus.
O tozun ortmedigi yer manastirlar. Her biri bir issiz dagin basinda, insanin tanriyla - ya da kendi ruhuyla - yalniz kaldigi yerler. Dunyanin pek az yerinde benzeri olan bir mimari kusursuzlukla insa edimisler. Hepsi ayni ruhun eseri,ama hicbiri digerinin ayni degil. Etrafta sukûneti bozan hicbir sey yok, ne turist otobusleri, ne bilet, ne levha, ne satis standi, ne otopark ucreti, ne terbiyesizce "restorasyon" gosterileri. Sinirin berisindekiler gibi vahset izleri yok, ama Bati'nin kibar cilasi ile de (henuz) kirlenmemisler. Bin yildan beri degismeden oradalar.

Donus yolunda, cok guzel bir balik lokantasi, Sevan golu kiyisinda yemek yiyiyoruz, Sevan Hoca’ya kadeh kaldiriyoruz, umariz sayili gun cabuk gecer. Hesap iki kisi icin toplamda 10,000AMD geliyor, fiyat saka gibi bu kadar balik, meze ve icecege. Garik, ne kadar ucuz degil mi diye konusa konusa kafama fiyatin kazinmasini sagladi, sagolsun. Hostel’de sabah ucagina kadar kestiriyorum.

DAY2 – 16.08.2014 KHOR VIRAP - NORAVANK - KARAHUNGE - TATEV - KHNDZORESK





Sabah 07:00de bizi goturecek arabanin soforu geliyor ve yola cikiyoruz. Mesafe cok uzun oldugu icin 07 :00 baslangic verdik, 06:00 verseymisiz daha iyi olacakmis. Bunu gunun sonunda anladik. Hava Erivan’da cok sicak, baslangic 28C bakalim yine 38C olacak mi diye merak ediyorum. Ama kiliselerin dag tepelerinde oldugunu unutmusum.

Khor Virap: Ilk duragimiz Khor Virap uzaktan gozukunce bir an Ishak Pasha sarayi aklima geldi, o da ne cilgin bir yerdeydi diye dusundum, insanin deli olasi gelir oraya koymasi icin sarayini. Khor Virap Agri’nin devasa kutlesinin onunde duruyor. Elim fotograf makinama gidiyor, bir daha nerede boyle foto bulabilirim. Bir aile gelmis, kurbanlik horoz getirmisler. Hiristiyanlikta yasak degil miydi diyerek sorular yankilaniyor, herkes parasina gore kesiyor, papazlara degil, kendilerinin yemesi zorunluymus. Kilisenin bekcisi pos biyikla foto cektiriyoruz, buralari temizleyip bakimini ben yapiyorum diyor. Bize yerdeki tuneli gosteriyor, girmek ve gezmek mumkun, bizi haci mi yapmaya calisiyor yoksa? Erivan’da ozellikle hicbir kilise gezmedim, yenidir sehir ici kiliseleri, malum ruslar pek bir kilise severlerdi demir perde dusmeden evvel. Muzelik bir ikisi harici hepsini koy sepete, sehirde kilise mi, ne gerek var, daga gitsinler, eski Sovyet adetidir malum. Rusya’da sehirin icinde tek kilise birakmamisti ,muzelikler harici, komunistler.

Noravank: Bir sonraki duragimiz Noravank. Sevan Hoca’nin dedigi gibi, bir calimla dagin ustunde dikilmis, sarisin. Yine bir kilise dag basinda, yine cok eski, neredeyse altindaki ve arkasindaki topragin rengi ile ayni. Ilk giriste, tas kabartma haclar var. Nasil bir renk, nasil bir kabartma diye bakmaya doyamiyorum. Dokunmak serbest. Dokununca sanki yek pare gibi geliyor. Khachkar diyorlar bu hac kabartmalarina. Tasin oyulmasi ile yapiliyor. Ne kadar anlatsam zor, ama biraz ilerideki yaziyi okuyunca, hakikaten bu khackar (hac+tas)’larin su ana kadar yapilan en iyilerden oldugunu okuyorum. Kullanilan kirmizi boya karadut solucanlarindan elde ediliyormus, formulu kayip, gunumuze ulasmamis.
Kalabalik mi, pek degil. Iranli bir aile Facebook fotografi cekecekler diye 25 kisi o narin merdivenlerinde zipliyorlar, bagiriyorlar, guluyorlar, neredeyse parca koparip yere atacaklar. Gercekten de Ermeniler cok sabirli, biz de camii’de boyle bir olay olsa, uyaririz en azindan. Kilise gezmek ve FB fotografi. Nelere dayanmis kilise bunlara da dayanir. Iki tane kilise gozukuyor yan yana, icinde mumlar yaniyor, icice arkadan dolasan odalar ve hala bazen ayin yapildigini icin bir ayin duzenegi, yani perdeler kapaniyor ayin yapilmayinca, iceride beyaz guvercinler var, ozel secilmis belli, hareketleri ve ucuslari sadece buranin guvercini oldugunu belli ediyor, normal guvercinlerden biraz daha kucuk sanki. Yolumuz uzun, sofor arka bagajdan kahve termosundan kahve ikram ediyor. Eski Sovyet’lerden kalma diyor, goreceksin geceleyin bile ates gibi olacak bu kahve bu termos’un icinde. Ben biliyorum, kafa salliyorum, eski Sovyet’lerde herkes yeni termos alir ilk basta, sonunda eski kulusture donerler. Avustralyali hadi ya diyerek bakti. Kahveyi icti, ates gibi dedi. Yolumuz uzun, bu sefer meyve pazari yol ustu. Seftali aliyoruz, yanina da kekik yanimda eve goturmek icin. Yine heryerde oldugu gibi buz gibi tadi guzel bir su akan cesme yani basimizda.



Karahunj: Kara(Kaya)Hunj(Sesli), Karahunge yani konusan kayalar bir sonraki ziyaret yerimiz. Sisian sehrinin cok yakininda, tam bir supriz. Daglarin arasinda bir duzluk ama yine de yuksekteyiz, 1800m gibi. Varligindan eskiden beri haberleri var miydi bilmiyorum ama tarihi Misir Piramitlerinden onceye dayaniyor, hatta Stonehenge isminin buradan geldigini soyluyorlar. 223 kaya parcasi var, dunyanin en eski astronomik gozlem-yeri. 80 civarinda kayanin uzerinde matkap inceliginde delik var, yildizlari/gunesi gozlemek icin. Yeni kesfedilmis, 1990’larda, o da bir sasirtici bilgi, bence varliklarindan haberdardilar ama literatur’e girmemislerdi diye dusunuyorum. Zorats Karer,  Karahunj olarak da aniliyor ve Misir Piramitlerinden oncesine tarihleniyor. Ermenilerin,  pagan donemlerindeki ana tanrilari olan Ari yani gunes tanrisina adanmis olan tapinaklari da burada imis. 7 hektar araziye serpistirilmis 204 kaya bu tapinagin mirasi. 80 civarinda adedinin uzerinde,  matkapla veya laserle delinmiscesine 4-6 cm. caplarinda delikler var ki; bunlar,  astronomik gozlemler icin kayalar arasinda acilar olusturularak kullanilirmis. Hemen hepsinin etrafinda dolasarak,  uzerlerinde kaya resimlerini ariyorum ( petroglyps ),  ancak bir tanesinin uzerinde,  artik,  doga tahribatindan,  kaybolmak uzere olan,  elleri capraz baglanmis bir adam sureti gorebilmek mumkun oluyor. Orada bulunan dag rehberi Serzh Hovsepyan (091507809) ile sohbet ediyoruz, yaninda Finlandiya’dan gelmis biri Litvanyali 3 kiz var. Kizlar 1 haftadir orada kaldiklarini ve cok iyi hissettiklerini soyluyorlar. Sabah 10’da baslayan ruzgarin tam aksam 10’a kadar surdugunu, cadirda kalirken surekli yerin altindan sesler geldigini ve inanilmaz degisik dusler gorduklerini soyluyorlar. Cakra, ben de mi aksam kalsam? ) Neyse Serzh, kaya cizimlerinin buyuk cogunlugunun,  ileride karla kapli tepeleri ile yukselen Ughtasar daginin 3300 m. yuksekligindeki tepelerde bulundugunu soyluyor,  Serzh atlayin benim cipe gidelim dedi ama nerede zaman. Giriste,  yoreye ozgu,  siyah,  volkanik taslardan yapilmis,  kucuk bir hediyelik esya dukkani var. Bir merhaba ile baslayor konusma,  Antranik soruyor, nerelisin diye bana, kafadan anlar dedim ama bana birakti, Turkum deyince, sohbet bozuldu, halbuki guzel t-shirt’lerden alacaktik dukkanindan.



Tatev: Bu sefer yolumuz meshur Tatev (Datev) asilmaz bir vadinin sonunda, sisle bulutun karistigi yerde. Tatev manastiri, 14. yy'da universite hizmeti veriyormus. Tatev’e geldigimizi soyleyince sofor sasiriyorum, cunku bir teleferik var. Dagdan daga asan, icine binince onlarca ufak kiliseyi gorebildiginiz yukaridan. Ne yazik ki 2 saat sonraya bilet var. Biraz ilginc bir durum, teleferik surekli calisiyor ve hic kuyruk yok. Benim rusca yetmedi anlasilan sirayi atlatmaya, sofor’u tembihleyerek yolluyorum, 1 bilet alabiliyor, 2ncimiz binemeyecek gibi. Karayoluyla gitmekten baska care yok. Teleferik, Halidzor-Tatev arasi derin vadiyi 5.7 km'lik teleferikle 12 dakikada asiyor, Tatev Manastiri'nin dibine kadar gidiyor. Ne yazik ki biz teleferik kullanilsin diye yolu asfaltlanmamis bir yoldan 40 dakika toz duman arasinda bir arac trafigi ile Tatev’e vardik. Yolda bir bazilica’dan maden suyu(soda) ictik, nehirde cimenleri selamladik. Ortacag boyunca onemli bir kutsal merkez olan Tatev'de ayni zamanda bir universite de bulunuyormus. Depreme ve olabilecek dusman saldirilarina duyarli insa edilmis "Sallanan Sutun" tam bir muhendislik harikasi. Depremler ve istilalar sonucu tahrip olan manastir, restorasyon altindaydi, her kosede 100ncu yil hazirliklarini gormek mumkun. Para basan bir teleferik yanina bir de guzel tuvalet yapsalardi diye dusunmeden edemedimJ Tatev’in icinde yine soguk ve tatli suyu olan bir cesmeden su icerek gezmeye basliyoruz. Manzara, binalar, sessizlik, papazlarin mezmur soylemeleri bambaska bir dunyaya kapi aciyor. Komplex cepecevre binalarla cevrili, bir tepenin engin yamacina kurulmus, manzara nefes kesiyor. Bir kenarda resim yapan papazlar, diger tarafta vaftiz, bir diger yanda dugun, cok az insan olmasina ragmen etkileyici.

Khndzoresk : Karahunj’dan Goris’e dogru gidiyoruz, bugun gore(bile)cegimiz son yer Khndzoresk. Ne olduguna dair en ufak bir bilgim yok, tur sirketinin programinda gordum, iyidir diye dusunerek yola ciktim. Bir de Karabag siniri, zaman kalirsa siniri da geceriz dedim. Karabag sinirina gelmeden 15km kadar ilerleyince uzaktan gozuktu, neler oldugu. Peri bacalari dogal olusumlar malum diye biliyoruz ama burada da Peri Bacalarini gorunce, tam anlamiyla sok’a girdim. Malum Peri Bacalarinda 100sene evvel kimler kaliyordu bilmiyorum ama buralara da onlar yapmislar mi yoksa bu olusumlara yerlesmisler mi diye dusunmeye basladim. Yerin ismi Khor Dzor (Derin Vadi) diye geciyor. Otopark’tan asagiya vadiye inen bir yol var ama Vadi tabani cok derin, sallanan bir asma koprunun uzerindeyiz. Kopru bayagi yuksekte ama saglam, etraf magara evlerle dolu. Tamamiyle gizli vadi, bu kadar olabilir. Heryer magara ve kaya iclerine oyulmus mekanlarla dolu, goz alabildigine. Sanki savastan kacanlar burada saklaniyor gibi geliyor insana. Yazilana gore, 1950’ye kadar genis bir koy olarak kullanilmis, okulu kilisesi vs seklinde. Ilk kaya kiliseler de Kapadokya’daki gibi burada da kayalara oyulmus.Tarihi bin seneden fazla. 1500metre rakimda. Etkilenmemek mumkun degil, vadinin icinde yururken, ozellikle magara kiliseler cok guzel, hala korunuyor ve mum yakiliyor icinde.

Donus yoluna cikiyoruz, karanlik cokmek uzere, yine gaz bitti arabada. Buradaki arabalarin hemen hemen tamami Rus ucuz(ve kalitesiz) gaziyla gidiyor. Gaz istasyonlari inanilmaz gaz kokuyor 100-200metreden. Sehrin disina issiza kurulmuslar. Kompresorler surekli dusuk basincli gazi pompaliyorlar, araba basi 10 dakika suruyor. Avustralyali yol arkadasim ve sofor yemek icin birseyler bakiniyorlar.
Dunku yemegin agirligiyla bugun hicbir sey yemedim ama yine de ac degilim. Gozum bizim arabada. Gaz doldurmak tam bir kabus. Kuyrukta araba var ve gazin basinci dusuk oldugu icin sira gelmiyor ama sonunda biz de gidebiliriz artik, her 250km’de bir gaz doldurmak zorunluluk, hemen her araba icin. Yollar Erivan’dan beri cok kotu, tum Guney aksi (Iran rotasi) cukurlar ve tumseklerle dolu, yolun cok fazla kesimi bozuk. 100ncu sene buraya ugramamis anlasilan. Tatev’I nasil gosterecekler boyle J?
Hostel’e varisimiz geceyarisini geciyor. Bu gece DownTown Hostel’de yer olmadigi icin Theatre Hostel’e geciyorum. Ismi nereden geliyor bilmiyorum ama birinci kat dairesi (60-70m2 belki), 20’ye yakin kisiyi barindiriyor, saka gibi. Heryerde o kadar cok reklami var ki tam bir hayal kirikligi. Bu sefer ayirttigim single oda baskasina gitmemis, resepsiyona bakan genc uyuyor benim odada, sagolsun carsaf Verdi yeni, yatak sicak, sira bende, ama yatak cok sert, o kadar yorulmus ki bunye hemen uykuya daliyorum.

DAY1 – 15.08.2014 - ERIVAN YEREVAN ARMENIA ERMENISTAN


Gece 23:30 gibi variyorum Erivan havalimanina. Yeni ve sik, eski sovyet ulkelerinde alistigim gibi, eskisi yikilmis yenisi ayni yere yapilmis havasi var. Pasaport kontrolu hizli ve rahat, hicbir soru yok, burada da Iphone’u ile mutlu bir polis memuru pasaportuma bakarmis gibi yapip damgayi vuruyor ve disaridayim. Ilk olarak taxi’ye yetecek kadar parayi hemen orada acik olan bankadan bozduruyorum, sonra taksi bulmak icin disari cikiyorum. 



Havalimani taksileri belli, onun disindaki normal taksilerden birinin soforu ile konusuyorum. Pazarlik 5000 ile basliyor ben 2500e bitiriyorum. Sehire giden yol, eski kohne Sovyet zamani binalari ve gece klubu (kumarhane) dolu. Sehirin icine varinca ortam degisiyor, parklar, cesmeler, fiskiyeler ve binalar cok farkli bir sehir havasi veriyor gece isiklandirmasi ile. Downtown hostel merkezde ama tahmin etmedigim gibi, hostel ne temiz ne de hostel havasi var. 


Giris kat bir daire ve altindaki depo olarak kullanilan bir mekani hostel’e cevirmisler. Uzerine de overbooking olunca, kanape’de yatan insanlari gormek sasirtici olmuyor. Ben de overbooking kurbaniyim, tek kisilik odamdan oluyorum ve 12 kisilik odada kalmak zorundayim. Yatacak yer var ya gerisini dert etmem. Bir saat boyunca resepsiyon’dan info almaya calisiyorum, iyi ingilizce biliyor ama ben rusca konusana kadar hep kisitli bilgi. Konusma rusca’ya gecince, her tarafa hostel taxi (private hire) ve fiyatlarinin normal taxi’lerden cok ucuz oldugunu anliyorum. Karabag’a giden bir taxi’de yer oldugunu onlarla gidebilecegimi soyluyor, ama sofor’u arayinca cevap negatif. Neyse saglik olsun deyip, birinci gunu Erivan’da gezmeye karar veriyorum.
Sabah hizli bir kahvalti, yani peynir ve ekmek ve cay, hostelin light breakfast’i. Akabinde bir iki tam bilmedigim yeri resepsiyon’a sorarak yola koyuluyorum. Hostel’lerde ve tur sirketlerinde detayli bir harita var, ben herzaman harita bastirarak gittigim icin ben harita almadan direkt yola cikiyorum.
Ilk dikkatimi ceken haritada bircok yere Van ve Ararat adinin verildigini, Arapkir ve Malatya isminde semtler olmasi, belki baska benzer isimler de var ama bakamadim detayli haritaya, cunku Ermeni Alfabesi ile yazilmis. Sokaklarda dolasan insanlara bakiyorum, sanki Turkiye gibi. Bize bu kadar benzeyen, hep İtalyanlari, İspanyollari, hatta Yunanlari soylerler Turklere benzer diye.Dunya’da Turklere bu kadar benzeyen baska bir halk bulmak mumkun degil bence. Gerci Gurculer de bize benziyor ama Ermenilerin kadinini da erkegini de bizden ayirt etmek mumkun degil. Her biri Hamza Dayi, her biri Ayse Teyze. Genc kusak inanilmaz bakimli. Ozellikle kizlarin her biri Erivan sokaklarinda defileye cikmis gibi. ABD’deki akranlari Kim Kardashian gibi acayip sevimliler ve cok sekerler. Anadolu’nun o sicak terbiyesini aldiklari her hallerinden belli. Yuzyillarca beraber suren ortak yasam, kulturleri adeta esitlemis. Yemek isimlerinin cogu ayni: Basturma, biber, dolma, kedayif, hashlama, kyufta, lahmajoon, nar, patlijan, sujukh, vb. Kisnis derdi burada da suruyor. Ayni sekilde kendine has anlasilmaz alfabe derdi de. Erivan’in hemen her yerinde,  buz gibi sularin fiskirdigi fiskiyeli cesmeler var. Suya agzimi dayayarak,  kana kana icmistim dun. Hem soguk,  hem hijyen,  hem de hicbir Ermeni,  metal aksamini kirmamis henuz, cok ilginc 




Ilk hedefim Opera Meydani ve Opera Binasi. Hostel’den cikinca havanin ne kadar sicak oldugunu fark ediyorum, herhalde 30C.


 
Sokaklar tertemiz, heykellerle bezenmis, ayrica heryerde cesmeler var. Bazilari da sanat eseri. Suyun tadi gayet guzel, ilginc ama herkes sokaktaki cesmelerden su iciyor. Suya para kaptirma derdi yok burada. Binalarda kullanilan kirmizimsi toprak rengi dis kaplama inanilmaz yakismis, ermeniler gul Kurusu dedi renk icin.
Opera Binasi da baska bir sanat eseri. Biletlere bakiyorum ama 3 gun icinde yer bulmak imkansiz. Fiyatlar ise Avrupa’nin beste biri ya da onda biri fiyatina.
Opera Binasinin karsisina dusecek sekilde bir heykel parki (Cafesijan muzesinin bir parcasi olan) var, bu tam anlamiyla supriz. Acik hava muzesi gibi. 




Buranin hemen arkasi da Kaskat dedikleri, yukaridaki sovyetler birligi 50nci yil dayanisma anitina cikan bir yuruyen merdiven olan tepenin icine gomme seklinde insaa edilmis seyir teraslari sanat eserleriyle bezeli, ayni sekilde icerisi de muze olan bir yapi. 






Her katindan disari cikip sehire bakiyorum ve fotografliyorum, gerci oturmak yasak ama manzara da (arkada Agri dagi tum heybetiyle) seyir teraslarindaki inanilmaz tas isciligi ve heykeller inanilmaz guzel, ayni Ankara da Basganimizin yaptigi gibi, heryer heykel. Kaskat’in icerisindeki muzeler de farkli zevklere hitap ediyor. Kaskat denen bahce-merdiven-muze karisimi yoldan en tepeye variyor. Yukari cikmak dura kalka 20-30 dakik aliyor. Tepeye varinca Erivan'in tum mahalleri rahatca seciliyor. 




Kaskatlar dedikleri alan da enteresan bir icat. Sehre dimdik bakan ve karsisina Agri dagini alan bir tepe kat kat tiraslanip, kat kat icine girilerek bir guzel sanatlar ve muze kompleksi olusturulmus. Disaridan 35 derece sicakta tirmanilmasi imkansiz gorunen bu cokkatli cokmeydanli sistemin icinde zirveye kadar ulasan bir yuruyen merdivenler agi oldugunu vakitlice ogrenmemiz hayat kurtariyor. Her katta yer alan avlularda farkli bir konseptte duzenlenmis bir havuz-fiskiye-duvar ve heykeller birlikteligi var. Yine her katta, yapiyi saran Cafesjian muzesinin (sehrin en prestijli sanat muzesi) sergi salonlari var. Kompleksin tepe noktasinda da asil muze binasi icin insaat devam ediyor. Kisaca hic durmadan yukariya kadar direkt olarak cikan yuruyen merdiven kullanilabilinir.
Son katta devam eden insaat sebebiyle disaridan yukaridaki anita cikiliyor. Manzara dedigim gibi cok etkileyici Agri dagi tum heybetiyle arkada olunca kucuk Agri ile. Anit tipik soviet anitlarindan artik kaniksadigim, ruhsuz savas dostluk kahramanlik vs aniti.



Anitin karsisinda bir park gozume carpiyor, asagidan gordugum kizgin bakisli Kadin Heykeli bu istikamette olmasi lazim gerek deyip, caddeyi gecip dev park kapisindan giriyor ve parkin icinde yurumeye basliyorum. Eski bakimsiz ama tertemiz bir park. Hava sicak, yaslilar agaclarin altina uyuyorlar. 5-10 dakika kadar yurudukten sonra ultra-devasa Ermenistan'in Anasiyla karsilasiyorum. 


Apartman kadar bir kaide uzerine oturan ve elinde kiliciyla Agri Dagi'ni seyreden bu ananin temel islevinin Ermeni kultur ve karakterini yansitmak oldugu soyleniyor, Turkiye'ye karsi da bir nevi sehrin ve ulkenin muhafizi gorevini ustlenmis. Daha evvel uzerinde Stalin’in oldugunu okumustum, en az pos biyik Gurcu kadar sevimsiz, gelen gideni aratir, ya da guce tapan eski paganlar darken icimden, orada Diyarbakir veya Van turkuleri soyleyen ama dili biraz farkli hemso’lari goruyorum. Tipler benzer ama pek anlasamiyoruz, onlar rusca bilmiyor ben de ermenice. Turkce konussam anlarlar mi diye de icimden gecmiyor degil, neyse benimle makara yapiyorlar az biraz. Kafami kaldirip tekrar anita bakiyorum. Kaidesi hakikaten de cok buyuk. Merdivenlerden cikinca, kaide icinde bir kapidan iceri giriyorum, rusca konusunca para istemiyorlar, ruslara saygidan mi bilemedim. Savas muzesi anlamina gelebilecek bir ismi var muzenin. Iceride bir suru Karabag savasini anlatan fotograflar var, yazilarin hemen hepsi Ermenice, Rusca bile yok. Bir fotografta simdiki anitin eski (Pos biyik Stalin) ve yeni hali var. Muzeden cikmaya yakin, kadin soruyor nerelisin diye, Turkum deyince, sasiriyor kadin gorevli, geri gidiyor, halbuki anlatacak zannediyordum muze ile ilgili bilgileri. Cok gereksiz ve anlamsiz bir muze, hemen disari cikiyorum. Muzeni disinda, eski tank arazi araci ucak fuze var, tahminen Karabag savasindan. O kadar eski ve dandik ki, ama icerideki fotograflarla ortusuyor, herhalde gercektir diyorum. Muzenin oldugu park’in icinde bulunan LunaPark’in icinden gecerek disari cikiyorum. LunaPark’ta baska bir zaman tuneli, huzunleniyorum, o kadar eski ve virane olmasi ve hala calismasi sasirtici.
Simdiki hedefim kapali oldugunu tahmin ettigim ama yine de herhalikarda gitmek istedigim Meshur Muze. Bir taksi ceviriyorum (1500AMD) vererek yola koyuluyoruz. Muze kapali tahmin ettigim uzere ama ufak bir bolumu acik. Nerelisiniz? Turkum soru cevabimdan sonra hizlica hala acik olan bolumu gezip cikiyorum. Bana verilen bilgi, yeni(lenmis) bir muze olarak 2015’te 100ncu yilda acilacagi uzere. Muzenin ustune cikiyorum, park ve 2 adet anit var. Biri kubbe seklinde oval digeri de sivri. Sanki bir kazik atma isareti mi? Hummali bir calisma var, bir cok tas iscisi hem restore ediyorlar hem de taslari yenileri ile degistiriyorlar. Daha evvel okudugum her daim muzik yayini ile verilen agit tas kesme makinalarinin seslerine karismis durumda. 100ncu yila hazirlik inanilmaz boyutlarda, bunu sehiri gezerken de gozlemledim. Heryerde insaat ve resterasyon ve kapali muze/anit/serge var. 100 sene suren bir aciyi taze tutmayi becermek gercekten de saygiya deger, ya da politanin en guzel uyutani, Turkler bize toprak verecek, siz merak etmeyin alacagiz bizi secerseniz deyip, ulkenin en zengin 2nci veya 3ncu adami olmak da baska bir politika sanirim. Ekonomi bozuk, olsun biz Turklerden yakinda para ve toprak alacagiz, Rusvet ve yolsuzluk had safhada, merak etmeyin Turkler para verecek vs. Zor isler, Allah sabir versin.




Kompleksin disaridan gorunen kismi "anit", zeminin altinda ise muze bulunuyor. Anit, uzaktan gordugum tas stel'den ve her biri "kaybedilmis 12 Ermeni vilayeti"nden birini simgeleyen, dairesel temele oturmus 12 egik bloktan murekkep. Bu onikilinin ortasinda surekli yanan bir ates var. Ben oradayken yapilan tadilattan dolayi insanlar fotograf cekip kosa kosa ayriliyordu. Tas kesildigi icin goz gozu gormuyordu.
Tekrar muzeye geri donecek olursam, muzenin gezebildigim kisimlarinda hicbir cok etkileyici birsey olmadigi icin katil turkler barbar turkler, jon turklerin 3’u vs gibi brosurlerden baska birsey yoktu. Haliyle bana daha evvel okudugum yazilardaki kadar etki yapmadi. Bu arada giris koridorunda bugunku Turkiye'nin bir haritasi var uzerinde donemin Ermeni yerlesimleri isaretlenmis (yani harita boydan boya isaretlenmis), serginin devaminda da adi gecen illerin Ermeni topraklari olduguna dair bir vurgu var, zaten sergi salonunun cikisinda da Dogu Anadolu/"Bati Ermenistan" illerinden getirilmis topraklarin sergilendigi bir alan var. Su anda eskiden Ermenilerin yasadigi alanlarda kimin yasadigini bilmedikleri icin sanirim (ki yanildigimi ilerideki gunlerde anladim) Turklerden toprak talebine biraz gulumseme ile baktim. Bunun yerine Ermeni,Turk,Kurt,Suryani,Laz,Gurcu,Abaza,Cecen,Tatar 50 milletin huzurlu yasadigi bir cografyadan bahsedilmesi daha anlamli olurdu, bence. Neyse, yorum yapmaya gerek yok, gecmiste olanlar ortada, kimin nerede yasadigi belli, ama Ermeni politikacilarin da bazi seyleri sonuna kadar somurmeleri anlamsiz, cozum yerine, cozumsuzluge oynamak guzel bir politikaci cep doldurma taktigi.
Neyse muzenin kapali olmasindan dolayi tuttugum taksiciyi birakmadim, kisa bir pazarlikla 500AMD ile sehirdeki Cumhuriyet Meydanina dogru yola ciktim. Cumhuriyet Meydani cok guzel planlanmis ve Eski Sovyetlerde gorduklerim arasinda en guzellerinden biri. Bir kosesinde bulunan bina hem Tarih Muzesi hem de Milli Sanat Galerisi.



Iceriye giriyorum, ilk uc kat Tarih Muzesi, giris bileti 1000AMD. Butun muzelerde oldugu gibi burada da cogunlukla butun yazilar Ermenice, rusca bile yok. Ama rakamlarda bir degisiklik yok, en azindan o biraz fikir verebiliyor. Her odada 2 gorevli var gibi sanki, ogle molasi oldugu icin mi anlamadim ama cogunun hicbir bilgisi yok. Bu ne diyorum, ne yaziyor diyorum rusca, cok ortalama cevaplar veriyor, bastan savmaci. Anadolu topraklarindaki Kilikya Ermeni Kralliginin ( 1080 – 1375 ) tanitim panosu İngilizce. Cukurova ve Toros Daglarinda yasamis olan Kilikya Ermenleri,  19. y.y’dan sonra Fransiz Oryantalistlerinin kiskirtmalari ile,  bereketli topraklara tekrar sahip olabilmek icin,  hareketlenince,  Osmanli Yonetimi ile aralari acildi. Silahlar,  kuyumculuk ve el sanatlari,  bizde de gelenek olan,  altin ve para dizili basliklari izledikten sonra,  girdigim salonda, yine zorunlu goc fotograflari ve notlari ile karsilasiyorum. Fotograf cekmek kesinlikle yasak,  zaten her salonda gorevli kadinlar,  salona girer girmez,  oturduklari tabureden kalkarak,  burnumun dibinde,  benimle beraber adim adim geziyorlar. Ama yine de fotograf cekiyorum. Fotograflar cok vurucu. 100ncu yil muzesinde gormedigimi burada goruyorum ve fotograflar her ne kadar da aciklamasiz olsa da bu bolumdeki kadin gorevli daha bilgili ve anlattiklari (resimlerde alt yazi veya aciklama yok) beni bambaska bir boyuta tasiyor.
Ucuncu kattan asagiya dogru geliyorum, giris katta bizim butun hali ve kilim desenlerinin nereden geldigini hemen anlatan bir bolum var, tarih bilgisi icin yararli. Baska bir kosede,  yine,  Anadolu topraklarindaki,  Ermeni kent ve kiliselerinin 1915 oncesi ve son yillarda cekilmis fotograflari karsilastiriliyor. Hemen hepsi,  ilgisizlikten harabeye donmus,  tepelerdeki kiliselerin yerine TV veya GSM anten direkleri dikilmis. Bir kosede İngilizce olarak; “ Anamizin bizim icin agladigi gibi,  ben de Van icin agliyorum. “ yazili. Van’da Ermeni yasamini,  tarlalari surmelerini,  agaclara caput baglamalarini,  Akdamar Kilisesinin rolyeflerini,  gumus isciligini gormek mumkun.
Cikista bir ahsap kapi uzerindeki,  oyma isciligine takiliyorum son kez. Gercekten,  bir iscilik saheseri. Yuzyillar boyunca,  pesine dusen cok olmus,  Almanlar,  Osmanlilar’in elinden almislar,  anlayabildigim kadariyla. Mus’ta Ana Kehot Manastirinin kapisi imis.
Tekrar ikinci kata cikiyorum bu sefer milli sanat galerisi icin bilet aliyorum (800AMD). Asansorle en ust kata cikip oradan gezmeye basliyorum. Eger Rus diye bildigimiz ancak Ermeni olan Ayavzovski’yi begeniyorsaniz, en guzel eserlerinden birkacini, burada gorebilirsiniz. Diger meshur Ermeni ressamlardan ornekler de var. Ozellikle oryantalist tarzi benimseyen Suryenyants’in tablolari gorulmeye deger. Avrupali sanatcilar bolumunun hemen girisinde birkac guzel Boticelli de gorebilirsiniz. Ben hic anlamam resim’den ve ressam’dan. Uzun sure bir tablo’ya baktim sonra yanina gidince Ayvazovski oldugunu anladim, bir daha bir daha. Demek ki anlamadan da gezilebilinirmis
Muze binasindan cikiyorum, su anda sicaklik 38C, cok ozlemisim, icecek su ariyorum, ilk cesmedeki buz gibi su imdadima yetisiyor. Cumhuiyet meydaninin karsi kosesi Postane. Pul ve kartpostal alma girisimim olumsuz, pek az rusca bilen var yeni nesilde, calisanlar genc ve Ermenice bilmek zorunluluk.
Muze calisanlarindan aldigim lokanta tiyo’sunu degerlendirerek yakinlardaki bir lokantada yemek yiyiyorum. Menu bizim menu, hicbir fark goremedim, sadece ici fasulyeli dolma harici. Yemekler vasat ve yagli ama diger yandan da servis hizli ve fiyat cok ucuz.
Hizlica yemegimi yedikten sonra, bu sefer hedefim, Mavi Camii Gokmescit olarak bilinen sehirin tek camiisini gormek. 5 dakikalik yurume mesafesinde, yogun bir cadde trafiginin yani basinda sessiz sakin bir ic avlu ve Iran camiilerinden biri mavi cinileri ile. Hosuma gitti sessizligi. Turistler burada dinleniyor agaclarin golgesinde ve cati altinda. Huzur dolu bir yer. Minare, Iran’da gorduklerimin aynisi disaridan. Tek basina ve yanliz. 



Simdi yolun karsisindaki Pazar yerine gidiyorum, rehber kitaplarda ve haritalarda gecen ‘Puck Shuka’ kapali Pazar alani hedefim. Resepsiyon’dan buranin katakulli ile artik bir super market oldugunu ogrenince inanamadim. Malum turist kitaplarinda ve haritalarinda gosterilen bir yeri ortadan kaldirmak imkansizdir baska ulkede olunca. Ama burada olagan birseymis gibi guzelim eski soviet Pazar yerinin icine bildigimiz supermarket’I kondurmuslar. Moral bozucu bu haliyle. Ama eski esnaf girisin hemen solunda yer alan kor kosede, numunelik de olsa bir yer tutmuslar. Sebze / meyve (kuru ve taze) ve otlar/caylar/baharatlar satiyorlar. Kekik almak icin biraz ugrastim ama ne hikmetse bulamadim ama bu sayede bir cok cesit ot (baharat) deneme/koklama imkani da buldum.
Sirada daha evvel okudugum ama acik olup olmadigindan emin olamadigim butik bir muze var. Wood-Carving Muzesi. Kapali Pazar yerinin hemen yakininda, 2-3 dakika yuruyunce buluyorum. Ama sorarak, cunku ne Ingilizce ne de Rusca bir tabela gozume carpiyor. Yuksek bir apartmanin giris kati, muzeye cevrilmis. Giris 500AMD ama bilet disaridaki baska bir dairede kesiliyor, atolye gibi. Tahminen 100m2 ya var ya yok ama inanilmaz guzel tahta oyma eserleri barindiriyor. Kasiklar, dudukler, tabaklar, altliklar, kitap ayraclari neler neler var ve nasil islenmis inanilmaz. Ne yazik ki satin alma imkani yok hicbirini. Halbuki el isi de olsa belki satilir diye dusunuyorum. Motifler bizim oya islerini andiriyor, bazi motifler o kadar cok yakismis ki, fotograf cekip aynisini Pazar’da arayasim var ama imkan yok. Ermeniler’in genetik mirasi olmali,  oyma islerine yatkinligi. Birbirinden guzel ahsap oyma ornekleri,  kasiklar,  taraklar,  tabaklar,  katckarlar,  buyuk sabir ve ustalik ornekleri, ama ne bir nasil yapildigina dair video ne de fotograf ne de gosterim var, YouTube’dan baska cozum yok yine.
Buradan cikinca kosa kosa son muzeye yetismeye calisiyorum. Sergey Parajanov. Bu muze de yine buraya cok yakin. Ama muze 17 00’de kapandigi icin 16 :30’da orada olmaya calisiyorum. Kapi kapali, zili caliyorum, bekci kapandigini soyluyor. Rusca bilmek yine ise yariyor. 700AMD ve icerideyim. Yarim saat zamanim var muzeyi gezmek icin. Deli cilgin bir adammis Sergey Parajanov. Muze oldukca keyifli ve renkli. Sergei Parajanov (1924-1990) Ermenistan’in en taninmis film direktoru. Kariyerinin onemli bolumunu Kiev’de gecirmis. Escinsel oldugu icin Sovyet hapishanelerine bolca girip cikmis. Ancak muzede bu konu bir “karalama kampanyasi” olarak degerlendiriliyor. Escinsellik halen cok tabu bir konu. Dolayisiyla en iyisi bilmezlikten gelmek. Perestroika doneminde Ermenistan bu cilgin ogluna sahip cikmis, geri cagirmis ve kendisine bir bina yaptirmis. Bu bina simdi muze olarak hizmet veriyor. Parajanov’un olaganustu hayal gucunun urunleri olan meshur kolajlarina evsahipligi yapiyor. Filmleri arasinda basyapiti sayilan “Nar’in Rengi”ni mutlaka izlemelisiniz. Kisa bir gosterimi var muzenin icinde. Ermenice bilmeniz gerekmiyor. Film tamamiyla gorsellik uzerine kurulmus, dussel bir solen.
Muzeden sonra acele olarak hostel’e gidiyorum, ertesi gunun planini yapma zorunlulugu var. Hostel’e uc kere soylememe ragmen hala taxi ile bir gelisme olmadigini goruyorum. Amacim en uzak noktalardaki gorulecek yerleri gorebilmek yarina, bu da ya turla ya da taxi ile olabilir, araba kiralama alternatif disi. Bir kosu tur sirketlerinin programina bakiyorum, bana uygun olan tur yok onumuzdeki iki gun icinde. Tek alternative hostel’in ayarlayacagi taxi (ya da private hire – yani soforlu taxi). Hostel’e vardigimda yine ayni sorun, fazladan oda ve yatak satmislar yine bir suru kisi bekliyor. Onlarin isini halledip bana sira gelinceye kadar 1 saat gecti. Rotayi ciziyorum, telefon ediyoruz, fiyat 40000AMD, yaklasik 100USD. En iyi alternatif bir iki yolcu daha bularak bunu paylasmak. Bu sirada asagidaki odadan cikan Avustralyali bir genc seyyah, ben de o taraflara gitmek istiyorum beni de yaz diyor, ikinci kisi olarak. Sabah 06:30 kahvalti icin sozlesiyoruz. Avustralyali disariya cikinca ben de resepsiyon onunde mail’lerimi check etmek istiyorum, yine ayni sorular ve cevaplar, nerelisin Turkum, ne is yapiyorsun ? neden buradasin ? Turist, nereleri neden gezmek istiyorsun ? ve meshur soru, Ermeni katliamini Kabul ediyor musun? Sorular hep ayni sirayla geldigi icin problem yok, zaten firca seklinde oluyor, okulda milli guvenlik dersi tadinda ama bu aksam daha sanssizim, karsimdaki kiz doktorali tarihci ama para kazanmak icin geceleri resepsiyonist hostelde. Cattik mi belaya, 15 dakika’da kendimi zor attim odaya. Musteri miyim davanin sanigi miyim anlamadim. Sorgu sual bitmiyor, cevaplarimi begenmiyor. Sen benim gibi dusunsen bile kimse Turkiye’de senin gibi dusunmuyor diyor. Anlatiyorum, emiri veren 3 pasha’yi zaten oldurdunuz; ocunuzu aldiniz, Turkiye devleti 1923 su bu gak guk bu sefer Urartu diyor, bizim koyu de Sirplar kesti diyorum, Hamidiye diyorum, Hamidiye’nin suyu meshur, diyorum sen Turkiye’nin neresindensin, biz aslen buraliyiz diyor vs. Neyse zor attim kendimi odama. Bu kacinci buraya geldigimden beri. Ya rusca konusuyorum demeyeceksin ya da bu sorgulamaya tahammul edeceksin. Tabii butun hayatlarini bunun uzerine kurmuslar, Turkiye bizden ozur dileyecek, para verecek, toprak verecek sonra hersey iyi olacak, Turk bulursan affetme seklinde.