Wednesday, 20 August 2014

DAY3 – 17.08.2014 ETCHMIADZIN - GARNI - GEGHARD - SEVAN - DILIJAN ARMENIA ERMENISTAN





Tahta kadar sert yataktan kalkiyorum, cay ve bayat ekmek ve kotu peynir esliginde gecistiriyorum kahvaltimi ama yine bir Fransiz’a yakalaniyorum. Iki uc senedir gittigim heryerde parca parca dunyayi gezen bircok Fransizla karsilasiyorum. Hep ayni nakarat, dunyayi geziyorum, Fransiz’im, Fransa’dan sikildim. Isin gercegi, issizim, issizlik yardimi aliyorum ama is bulamiyorum, gelen parayi almak ve arada gostermelik de olsa (internet sagolsun) Fransa’ya gidiyorum, yoksa aldigim parayla krallar gibi dunyayi geziyorum. Neyse nerede calistigimi soyleyince, zannederim memleketlisini uzun zaman gormemis oldugundan olsa gerek calistigim sirketi elestiriyor, Fransa’yi da, 20 dakika cevap vermeden dinliyorum, sonra ozgurluk J
Theatre Hostel, diger hostel kadar organize degil taksi isinde, ayni uzun guzergah ve fiyat listesi var ama 2 kat daha pahali ne hikmetse. Her halikarda ben dun aldigim taksi fiyatina yakin birsey bile olsa gitmeye hazirim onlarla. Ama gorunen o ki, bunlar tamamiyla keriz silkelemek uzerine yogunlasmislar. Dun aldigim fiyati soyluyorum, Theatre hostel’in genc sahibine, imkansiz diyor. Havalimani taksisi icin verdigim fiyati soyluyorum imkansiz diyor, bugunku rota icin dun aldigim fiyati soyluyorum, yine imkansiz deyince anladim ki, zeka ile degil ticaret ile dogru orantili bir beyin yapisi var.
Hostel’deki en faydali bilgi, nereye nasil ve kaca gidilecegi (minibus/otobus/trolleybus) fiyatlari ve numaralari ve hangi garden kalktiklari var. Sehirde otobus gari sayisi bir hayli fazla, o yuzden mutlaka, nereye hangi otobusle gidilir, hangi gar’dan ve o gar’a hangi vasita ile gidilir onu bastan bilmek gerek (eger rusca bilmiyorsaniz).

Etchmiadzin: Ilk duragim, Etchmiadzin. Erivan’a 25 km. uzaktaki Echmiadzin’e gitmeye karar veriyorum. Mashtot Caddesine acilan sokaklardan birinden kalkan bir minibuse biniyorum. Bugun gunlerden pazar oldugu icin sansliyim, cunku gormek istedigim yerlerden birisi sehre cok yakin olan Etchmiadzin ve burasi aslinda Ermenistan'in bir nevi Vatikan'i. Yani tarihi 4. yuzyila inen bir katedralde pazar ayini izleme sansim olacak. Minibus bekliyorum, zar zor yer buldugum bir minibus ile gara gidiyorum ama orada ne otobus ne minibus var, bekleyen 50-60 kisi var. Herkesin arasindan siyrilip, ilk minibus’e biniyorum ayakta iki buklum, cunku ayinin kacta basladigini bilmiyorum, gec kalacagim korkusu ile ( 250 AMD ). Minibus’un son duragi Etchmiadzin dini kompleksi. Herkes oraya gidiyor, haliyde durmadan 20-25 dakikalik yol gidiyoruz.
Echmiadzin; Ermeniler icin onemli dini yerlerden. İcinde,  kilise ve diger dini yapilarin bulundugu parkin buyuk kapisinda indiriyor surucu. Kapidan iceri girince,  buyuk bir anit goruyorum. 2001 yilinda,  Papa 2. Jean Paul’un ziyaretinin anisina yapilmis. Siyah tastan ve guzel kompozisyona sahip. “ Bu kadar buyuk bir anit,  olsa olsa ,  genosit aniti olur Ermenistan’da “ diye dusunmustum,  yanilmisim. Onumden gecen birine soruyorum. “burasi degil,  beraber gidelim,  gostereyim “ deyince,  park icinde yurumeye basliyoruz. Sagdaki,  daha kucuk bir “ khachkar “ gosteriyor. 1915-1923 jenosit aniti bu. Ermeniler’in khachkar dedikleri,  islenmis taslardan birisi,  ama,  Ermeni’lerin yasadigi degisik topraklari temsil eden motiflerle suslenmis. Arkasinda ise,  uzerinde,  Ermeni’ce yazi bulunan bir kalkan ve uzerine dolanmis cicek figurleri var. Parkin en gorkemli yapisi,  jenosit anitinin tam karsisindaki Mayr Tachar Katedrali,  19 y.y ‘da yapilmis,  Ermeniler’in ana katedrali. Selcuklu motiflerine cok benzeyen,  mukemmel tas isciligi burada da,  giris kapisinin cevresinde ve iceride karsima cikiyor.Yesil ve serin parkin icinde yine birbirinden guzel sanat eseri cesmeler var, Melih basganim kadar olmasa da
Ayinin olmasi sebebiyle mi bilmiyorum ama heryer turist ve yerli misafirle dolu, yani ana baba gunu. Kathedral cok genis bir bahceye yayilmis. Burasi da 100ncu yil dolayisiyla tamirde. Daha evvel bircok defalar her turlu Hristiyan (Ortodoks&Katolik&Evangelist&Luteran…), Hindu, Budist,.. ayini gormus olmama ragmen, ayin baslayinca agzim acik kaliyor. Papazlar kilisenin on tafinda bulunan kursunun arkasindalar. Hepsi sirayla cikiyorlar. Kara kaba sakallari ve kukluxklan kukelatalari (siyah) ile cok korkutucular, gulmeden somurtarak arkadaki odadan cikiyorlar, genc papazlarin elinde tutsuler sallaniyor. Organ esliginde ilahi seslendiren kadin korosu (bu tip klasik musikiye herhangi bir ozel merakimiz olmamasina karsin) buyuleyici. Solistin sesi ise peri gibi mi desem su gibi mi desem, bir tuhaf, muthis. Epeyce suren bu giris taksiminden sonra papaz efendilerinden kidemli biri, maiyeti yanindaki cirak oglanlarla birlikte cemaatin arasina giriyor Aramizda kalabaliktan kacamayanlarin hac opmek zorunda kalmasi ve yogun tutsu kokusu ile sonuclanan bu merasim bitmeden kendimi tekrar disariya atiyorum. Bu arada, terennum edilen ezgilerin temel Turk muzigi makamlariyla bir ilgisi olmali, o kadar belli ki. Buranin yerlisi olup ayni zamanda katedrali ziyaret edenlerin buyuk cogunlugu kadinlar. Dekolte kiyafetleri ile dugune gelmis havalari var. Bazilarinin kilise icinde mini etek, yuksek topuklu ayakkabi ve full makyaj, yapili saclarin ustune kafanin yarisini kapataca dantela ince esarp (beyaz) takmasi, cok komik. Ne yazik ki rahatsiz etmeden fotograf cekmeyi basaramadim. Kilisenin disi tam bir rus gorgusuzlugu, giyilen kiyafetler ve makyaja uygun, ben buradaydim fotolari cekiliyor bol bol ama bir yandan da bir kosede 5’er 10’ar mum dikenler var. Onlarin arasinda da gercek dindarlari gormek mumkun tek tuk de olsa. Bir abla-kardesi tesadufen de olsa yakaliyorum fotograf karesinde, benden mutlu kimse yok.
Ilerideki shapel’den ayin sesleri geliyor. Ufak bir vaftiz merasimi var. Oraya dogru yoneliyorum, yuzler guluyor. Butun mekanlardaki butun ince iscilik etkiletici. Eski Selcuklu ve Osmanli camii'lerini hatirliyorum hep, kimin yaptigi belli guzel Tas isciliklerini, cesmeleri bile sanat eseri, sultanimiz gorse kizardi. O Kadar yani.
Mayr Tachar Katedralinin yaninda,  buyuk bir kitapci var. Giriyorum. Pek cok kitap var. Ermenistan cekilmis,  Agri ve Kucuk Agri Daglarinin fotograflarinin bulundugu kartpostallarin uzerinde Ermenistan yaziyor. Binlerce yildir yasadiklari topraklari unutmamak icin buyuk caba harciyorlar. Ararat ile yatip kalkmalarinin otesinde,  Akdamar sigarasi,  Kilikya birasi gibi,  gunluk tuketim maddelerine bilhassa bu adlari vermisler sanirim. Dun,  Mashtot Caddesinin sonunda,  Kaskad’in sag tarafindaki bir tepede,  ofkeli yuz hatlari ile gozlerini Turkiye’ye cevirmis,  elinde kilici ile Mother Armenia ( Mayr Hayestan ) yani Ermeni Ana heykelini gormustum. Hayastan,  Ermenistan demek. Anlasilan,  Ermenistan gezim,  dusuncelerle,  muhakemelerle gececek. Resmi kabulumuz olan 800000 Ermeni’nin oldurulmesi,  ardindaki nesillerde olusan paranoya,  uzaktan gozlemlenerek anlasilamayacak sanirim
Gelirken minibus olmadigindan dolayi dert cektim, giderken rahat olsun diye, taxi sordum. Amacim, minibus ile Erivan’a donup oradan minibus ile Garni’ye gitMemek. Bu yolu taksi ile giderek zamandan kazanmak. Hemen bir polis'i durdurdum. O da bir kankasini aradi, O da kardesini. Sonucta 6000AMD’ye bagladik fiyati. Toplamda 50-70dakika arasi surdu ki kanimca normalde 30-40 dakika surer. Rusca bit nimet buralarda. Rusca olmadan yasanamaz o kesin.
Ingilizce cok sinirli rusca bile limitli. Ama yine de kurtarici. Ne taksi soforu ne de polis rusca biliyor, yeni jenerasyon ruscasiz basliyor hayata. Neyse taxi hizli gider dedim ama su kayntti eski Lada ciguli. Unutmusum su kaynatan arabalari.
Garni’ye dedigim gibi normalde  Erivan’in dogusundaki Nor Nork semtinde,  GAI Poghot ( cadde ) uzerinde,  Mercedes Show Room’unun arkasindan minibuslere binilerek gidiliniyor. 266 nolu minibus/marshrutka (250 AMD). Az sonra,  Erivan’in 30 km. dogusunda bulunan Garni koyune gitmek uzere Sevimsiz,  verimsiz topraklarda ilerliyoruz,  zaman zaman Agri Dagi belirip,  kayboluyor. Oylesine sislenmis ki; sadece tepesindeki beyazliklar gorunuyor. Garni’ye 4 su molasi (su kaynatma sogutma) ile variyoruz. Kisa bir yuruyusle,  gisenin onundeyim ( 2000 AMD ). Bu ilk giris ucreti su ana kadar. Gezdigum yerlerde hic giris ucreti odemedim. Tam odemeyi dusunurken, onumde bulunan 4 kisiden catik kasli olan agzini acip konusayim deme dedi sessiz ve sertce arkasindaki erkek arkadasina Almanca. Kadin gise’deki gorevliyle birseyler konustular ve direkt olarak bilet almadan girise gittiler, haliyle o 4 kisilik gruplari birden 5 kisi oluverdi, ben de girise para vermedim J
Karsimda,  sanki,  Atina’daki Parthenon Tapinaginin maketi var. Lonely Planet; Romalilar’in gunes tanrisi Helios’a,  tapinagin yanindaki levha ise,  Mithra’ya adandigini yaziyor. Hatirladigim kadariyla; Eski Ermenilerin inanclari arasinda en evrensel olani Mithra kultuydu. Mithra bir yandan gunes,  yani Helios ile,  diger yandan Apollon ve Hermes ile esdegerdi. Ozgun olarak bu tanri,  Ahura-Mazda'nin yandasi olarak savasan bir isik kaynagi,  bir tur melek biciminde kabul edilmisti. Tapinagin bulundugu bolge,  İ.O 8. ‘a kadar tarihlenmekte ve Urartular’a ait arastirmalar yapilmakta. Tapinak,  1. y.y ‘da Ermeni Krali Trdat tarafindan yaptirilmis. Hemen yan tarafinda,  dairesel Sion kalintilari var. Karsida,  dim dik bir duvar gibi yukselen kaya blokunun altinda akan Azat nehri,  gumusten bir ip gibi parliyor,  gunes isiklari ile ve Garni Kanyonu boyunca akip gidiyor. Kaya blokunun bkanyona uzanan yuzunde,  sanki,  yan yana yapistirilmiscasina,  seritler gibi ilginc gorunumler olusturmuslar. Garni Tapinaginin kucucuk platformu,  pespese gelen otobuslerden inen İranli’lar ile dolup tasiyor. Zerdust inancini da etkilemis olan Mithra ile kultur bagi kuruyor olmali İranli’lar. Ermeniler’in Hristiyanligi kabulunden sonra,  yazlik saray olarak kullanilmis bu alan. Antik sutunlar arasinda, genc kizlar,  Roma’li dilberlere ve aristokrat Hristiyan kadinlarina nazire yaparcasina,  saclarini savurarak poz veriyorlar. Iceride bir ayin var. Iceri girince ufak bir tiyatro gosterisi ile karsilasiyorum. Daha evvel de fark etmistim, elinde uzum tasiyanlari, megersim bugun kutsal uzum gunuymus, guzel bir mizansen ve uzum yenip sarap icilliyor. Ne kadar farkli, diger hristiyan inanislarindan.
Tapinaga hakim,  golge bir koseye cekiliyor ve bir yerlere yerlestirilemedigi icin yan yana dizilmis,  gormus gecirmis sutunlardan birine oturuyorum. Etrafa serpistirilmis ses duzeninden,  huzunlu bir duduk(kaval) sesi yayiliyor. Duduk,  bizim duduk(kaval) anlaminda,  ama cok guzel,  huzun dolu ezgiler yaratan bir geleneksel Ermeni enstrumani. Ezgiler bizim ezgiler ama calan sanki cok daha guzel caliyor dudugu(kaval) gibi geliyor. Urartilar’dan bu yana surup gelen tarihsel surecte,  gelisiyor,  genisliyor Ermeni Kralliklari. Hatta,  Pers Satraplari,  Lubnan,  Suriye ve Azerbeycan’in yonetimini veriyorlar. Anadolu topraklari gibi,  buralardan da,  Urartu kultleri,  Paganizm, Zerdustluk ve Hristiyanlik gelip geciyor. Pardon; Hristiyanlik,  geliyor ama gecmiyor. Yunanli’lar ve Yahudiler’de oldugu gibi din ve milliyetcilik ic ice geciyor. Gurculer gibi,  altin caglarini yasiyorlar. En buyuk darbeyi de,  hep Turklerden yemis oluyorlar. Yine kurban getirmis olanlar var, hristiyanlikta yoktu halbuki boyle bir kurban, din uzerine din gelince, eski aliskanliklar bitmemis JTapinagin giris kapisinin yanindan asagida tarlalara,  agaclik araziye inen patikalara giriyorum. Belki,  Azat nehrinin kiyilarina inerim,  kaybolmazsam,  11. y.y ‘ da yapilmis Havuts Tar Manastirina dogru tepeye yuruyebilirim, hava 35C civari. Asagi inen patika,  birkac demir kapinin onunde bitiyor. Rastgele bir keci yoluna giriyorum,  boyle,  Havutsa Tar yolunu bulamam,  hic degilse Azat nehrinin kiyisina inerim diyerek yuruyorum. Kanyonun icindeyim artik. Karsidaki,  kalip kalip,  serit halindeki taslar gercekten ilginc.  
Garni girisinde, dondurma satan dukkanin yaninda buz gibi suyu akan bir cesmede soluklaniyorum. Simdiki hedefim, 10 km. ilerdeki Geghard Manastiri. Buradan Geghard’a minibusle ulasim yok.
Garni’den, Geghard’a hangi yoldan gidildigini ogreniyorum, sapaga kadar cikiyorum, otostop cektigim 4ncu 5nci araba duruyor. Bir aile, yeni dogmus bebekleri ile manastira gidiyorlar, ellerinden bir sepet uzum var. Yol bayagi bir dik. Olacak gibi degilmis,  bitip tukenmez yokuslari bagira cagira cikan arac,  sonunda,  pek cok otobusun siralandigi park yerinde park ediyoruz. Sofor cok hos sohbet, rusca bilmek hakikaten de onemli. Soforun ruscasi da gayet iyi. Esasinda taxi soforuymus, ailesi icin bugun calismamis, uzum gunu oldugu icin (bagbozumu sanirim). Manastir yine yukseklerde ve gizli. Geghard Manastiri,  4. y.y ‘a kadar uzaniyor,  ancak,  ana katedral 1215 yilinda yapilmis. Uc tarafinda yukselen daglar ve eteklerindeki magaralar,  munzevi Hristiyanlar’in mekanlari olsa gerek. Orta Cagda,  dini merkez imis. Tas oyma isciliginin doruklarindaki katchkar’lar burada da karsima cikiyor. Bir kismi saga sola serpistirilmis,  bir kismi da,  kayalarin arasinda acilmis nislere yerlestirilmis. Bahcede ve iceride korkunc bir kalabalik var. Bir nisteki tas oymalari fotograflarken, gozum arkalarindaki odalara dikiliyor. Garik (beni arabalarina alan aile reisi) bunlarin ilk magara kiliselerden oldugunu soyluyor, tamamiyla kayalar ince ince oyulmus ve cok ufak odaciklar olusturulmus.
Yukari uzanan toprak patikayi cikarken,  sagda,  bir agacin dallarina baglanmis caputlari goruyorum. Ne kadar benzer geleneklerimiz var Ermeniler’le,  ayni Rumlar’la oldugu gibi. Ilginc semboller var, hem manastirin disinda hem de icinde. Elinde kilic tutan arslan betimlemesi,  manastirin sembolu imis. Manastirin icinde cok fazla sayida papaz var, cogunlu genc ve sakalli, surekli bir dua okuma ve kutsama yapiyorlar. Odalarin bazilari mum’lar dolayisiyla isli ve tutsu kokuyor. Bazi odalar icice, arkalardan dolasilan odalar var. En ilginc (onlar icin mucizevi) olan ise bir odadan ortaya cikan su pinari. Resmen kilisenin icinden gecen bir su yolu var ve orada ortaya cikmis, kilise’de uzun sure kusatma altinda yasarlarken. Gercekten de heryer bozkir gibi kupkuru, burada boyle bir su pinarinin olmasi hayret verici. Seromoni’lerin biri bitiyor biri basliyor,cok fazla uzum var her yerde, papazlara da veriyorlar, diger insanlara da. Yeni evil bir cift ya da kucaginda vaftiz olmasini istedikleri bebekleriyle gelen bir aile, manastir bayagi kalabalik. Cok soguk bir cesme var, kana kana su iciyorum, diger herkesle beraber. Garik nereye gitmek istedigimi soruyor, anlatiyorum, Dilijan ve Sevan golune ugramak istedigimi. Tamam diyor beraber gidecegiz benim misafirimsin. Hayir demeye calisiyorum ama olmaz biz de kural bu diyor. Yola cikiyoruz, Garni ile Geghard arasinda bir yerde duruyoruz, akraba ziyareti. Eski ve bakimsiz bir koyun icine giriyoruz, soldaki evlerden birine giriyoruz. Haniminin kizkardesi buraya gelin gelmis. Karsidaki tepelere bakan yamacta tek katli bir ev, yamactan asagiya 12 donum bahce meyve agaclariyla dolu. Masa kurulmus biz gelmeden, asmanin altinda, (zorla) oturup yemege basliyoruz. Burada konusulan Ermenice’de cok az kelime anladigimi fark ediyorum, hizli konustuklari icin sanirim, bir bacanak lafi duydum, bacanaklar oyle hitap ediyorlardi birbirlerine. Iran ve Gurcistan’da bulunup, arkadaslarin konusmalarini dinleyince, Ermenice tam ikisi arasi bir yerde tin’liyor. Dil benzer degil ama inisleri cikislari sanki Iran dili Farsca’yi andiriyor. Bir de surekli can demeleri. Hemen her cumlede can var, hani biz yazilisini jan diye okuruz ya, aslinda bu can diye okunuyormus.Yemekten hizlica kalktiktan sonra bu sefer Yerevan’a dogru yola cikiyoruz, 25-30 dakika suruyor surmuyor, bu sefer de Garik’in evine misafiriz, uzum, karpuz, cikolata, corek, su kola kahve zorunlu molasi. Bu da bitince nihayet hanimini ve cocuklarini Garik evde birakiyor ve benimle yola cikiyor. Ilk duragimiz Sevan Golu, yaklasik 1 saat suruyor. Gol uzaktan cok buyuleyici, ufak bir yarimoda uzerinde insane seli var, yarimadanin en ucundaki kiliseyi ziyaret eden.
Bu arada Garik bir heykelin yanindan gecerken korna caliyor, deniz kizi heykeline benziyor. Heryerde heykel var, Garik bayagi bir heykeli korna ile selamladi yolculugun basindan beri. Sevan Golu'ne bakiyor heykel. Garik kiz kulesi hikayesini anlatiyor, Heykel’in adi AkhDamar. Golun uzerindeki (yarim)adada bir guzel kizin yasadigini, bu guzel kizin her gece yuzerek gelen sevgilisi onu bulabilsin diye bir isik yaktigini, bir gece yakamayinca sevgilisinin bogulup oldugunu filan anlatan bir efsane  dinliyoruz (Bunlari kim uyduruyor ve bunlar nasil boyle buyuk bir hizla yayilabiliyor?). AkhDamar heykelin adi, kizin adi Tamar’mis, sevgilisi Akh Tamar niye boyle yaptin diyormus bogulurken. Garik’e acaba Van’da da boyle bir gol ustu ada, ada ustu kilise olmasin deyince, yok yok diyor, esasi bu, bakma sen oranin ismine...

Pek uzun kalmadan, kiliseler de kapanmadan yola cikiyoruz, bu sefer istikamet Dilijan. Daglarin icinden yukseldikce, butun flora degisiyor, onumuzde ufak bir koy, Ermenistan’in Isvicresi. Dilijan ile ilgili ilk degerlendirmem,  herhalde terk edilmis bir kent olmali burasi,  ama her yerinde de otel insaatlari yukseliyor seklinde. Meydanda birkac dukkandan baska bir sey yok, onlar da kapali. Yukaridaki Jukhtakvank Manastirina cikmayi deniyoruz, yol musait degil onumuzdeki 8 km icin. Geriye donup, gaz doldurma istasyonu ariyoruz, 250km yol yapmisiz bugun. Yine yogun bir gaz kokusu ve sigara icen insanlar L
Akabinde Hagardzin manastiri, ormandaki tum agaclar dilek bezleriyle donatilmis. Birkac kisi mum yakmaya gelmisler.
Arkasindan da Gosavank: kusursuz bir Karadeniz koyunun kucaginda, baska bir dunyaya acilan kapi.

Ulkenin uzerinden Sovyet rejimi tank gibi gecmis. Bir tur medeniyet getirmisler, dogru. Her yerde heybetli kamu binalari, duzenli sokaklar, bir ornek koyler yapilmis. Adim basi sosyalist kahramanlik anitlari: saldirgan, ama bir ornek degil. Sistem belli ki kisa bir sure islemis de. Sonra carklar durmus, her seyin ustunu gri ve kasvetli bir toz ortmus.
O tozun ortmedigi yer manastirlar. Her biri bir issiz dagin basinda, insanin tanriyla - ya da kendi ruhuyla - yalniz kaldigi yerler. Dunyanin pek az yerinde benzeri olan bir mimari kusursuzlukla insa edimisler. Hepsi ayni ruhun eseri,ama hicbiri digerinin ayni degil. Etrafta sukûneti bozan hicbir sey yok, ne turist otobusleri, ne bilet, ne levha, ne satis standi, ne otopark ucreti, ne terbiyesizce "restorasyon" gosterileri. Sinirin berisindekiler gibi vahset izleri yok, ama Bati'nin kibar cilasi ile de (henuz) kirlenmemisler. Bin yildan beri degismeden oradalar.

Donus yolunda, cok guzel bir balik lokantasi, Sevan golu kiyisinda yemek yiyiyoruz, Sevan Hoca’ya kadeh kaldiriyoruz, umariz sayili gun cabuk gecer. Hesap iki kisi icin toplamda 10,000AMD geliyor, fiyat saka gibi bu kadar balik, meze ve icecege. Garik, ne kadar ucuz degil mi diye konusa konusa kafama fiyatin kazinmasini sagladi, sagolsun. Hostel’de sabah ucagina kadar kestiriyorum.

No comments:

Post a Comment