Sabahleyin erkenden kalkıyorum, istikamet tren garı.
Bilet fiyatı ve saati ve süresini sormam lazım, Samarkand treni için. Gara
gidiyorum saat 07:30. Işık çok iyi garın fotoğrafını çekmeye
çalışıyorum. Düdük öttürüyor polisler. Hiç üzerinde durmayıp çekiyorum tren
garını. Hemen yanıma ikisi geliyor yasak sil fotoğrafları vs diye yakama
yapışıyorlar. Hızlı ve yüksek sesle verdiğim rusça cevaptan sonra geri
gidiyorlar. Tren garını çekmek ne zamandan beri ve hangi ülkede yasak ki?
Tren fiyatları çok uygun saat 16:35'da
kalkıp ama saat 02:10da varıyor. Emin değilim çünkü mesafe en kötü 4 saat
haritadan bakınca. Emin olamıyorum. Gişelerin açılmasını beklemeden afganistan
sınırına giden marshrutka'ya gidiyorum. Sınır 20-25 km olmalı, fiyatı sadece
2000uzsum (60 cent). Taksi ile gitmek anlamsız pahalı. Sınırda yine kimse yok.
Araba da yok. Ama güvenlik maximum. Defalarca pasaport gösterdikten sonra ana
binaya giriyorum. Yine tek başımayım. Formlar sorular sualler derken, görevli
çocuk başlıyor telefon ve tabletteki video ve fotolara bakmaya. Burası neresi
şurası neresi. Iyi de binlerce toto var böyle bir olay mı var? Aldım elinden
telefon ve tableti. Hadi dedim işine bak, zamanım yok sana. Sırıtıyor. Daha
evvel okuduklarima dayanarak yanıma hiç çanta almadım yanima ki yine
baslamasinlar, ilac var mi, dergi var mı, kitap var mı sorularına. Ama ne
fayda. Oradan çok git orada kayıt alsınlar yine şurada damga derken, 5-6 kere bekletiyorlar.
Herşey bitti, dedim bu sefer de sınır kapısına 10 dakika yürüme mesafesi var.
Heryer tepeleme asker, kanas ve Ak-47'lerle karşıyı gözlüyorlar. Özbekler
hakikaten de korkuyorlar anlaşılan. En sonunda dostluk köprüsüne ulaşıyorum.
Friendship bridge. Onu da geçip Afganistan'a yaklaşınca rüzgardan zarar görmüş
bir Bayrak ve altında nöbetçi kulübesi karşılıyor beni. Kimse dışarı çıkmıyor.
Mesud ve Harzai Afganistan'a hoşgeldiniz diyorlar büyük bir duvarın üzerinde.
Arkada eski ve toz içinde bir bina var. Acaba nerededir diye düşünürken
pasaport kontrolü, binaya girdim. Bakımsızlıktan dökülen pis ve toz içinde bir
bina. Askerlerden biri namaz kılıyordu oturma bankının üzerinde. Sordum burası
dediler pasaport kontrolü. Banko manko yok. Birisi pasaportu aldı damgayı vurdu
hemen. Bu kadar sorgu sual yok. Bari dedim, Ipone'u şarj edeyim. Prizler ölü.
Icerideki pasaport kontrolü yapan asker fark ediyor. Bilgisayari prizden
çekiyor. Istediğin gibi şarj et :-) diyor. Bu arada pasaport'umu kayit
etmemişti zaten. Yanındaki abi soruyor, nerelisin? Turist misin şu bu? Memleketi
soyledim, dedim Wakhan Korridor’dan geliyorum, ben de Ismail’iyim, Aga Han
benim de koruyucum, agamdir, sana yardim edecegim dedi. Güvenilir tanıdık var
mı diye soruyorum, taksi ile Mazar-i Sharif ve Balkh'i göreceğim sonra buraya
geri döneceğim (sınır 16:00'da kapanıyor). Hemen bir telefon konuşması 50$
sonra da pazarlık sonucu 40$'a bağlıyoruz. Iyi ki öyle yapmışım çünkü binanın
dışında araba maraba yok daha evvel okuduğumun tersine. Yaşlı bit amca geliyor
Afgan kıyafetleri içinde, yola çıkıyoruz. Mazar-i Sharif'in icinden Balkh'a
gidecegiz dönüşte de Mazar-i Sharif'i göreceğiz. Yolda durduruyor şöför
arabayı, bakımsız pis bir parkın önünde. Afgan Türk dostluk parkı. Devam
ediyoruz yolda. Bir tarafta sürekli yol kontrolü bir tarafta Sefalet içinde
heryer. Toz toprak içinde yollar ve insanlar ruhsuz. Tek tip kıyafet hakim. Kadinlar
burka icinde istisnasiz ve erkekler de uzun Afgan kıyafeti ve sakallariyla.
Luks cipleri ve arabalari gormesem, 50 sene evveline gitmis gibiyim. Mazar-I Serif’i
gectik, Balkh’a yaklasiyoruz. Sehrin dis surlari da ic surlari da ayakta. Ikisi
de gunes seklinde yapilmis, dairesel sekilde. Google Maps’den de gorulebiliyor.
Zerdust dininin cikis noktasi, ayni zamanda Mevlana’nin dogum yeri. Sehirin
hemen disindaki sur duvarlarina cikmak istiyorum, sofor tehlikeli diyor.
Dinlemem imkansiz malum J
hemen atliyorum arabadan, iki dakikada sur ustundeyim. Balcik mi desem topragin
baska sekli mi desem, kumdan kalelere benziyor ama suyla erimeyen. Cepecevre
sehiri sariyor. Daha ileride de eski sehir surlari var, ikisi de oval,
GoogleMaps’de gayet net gozukuyor. Asagidan el kol hareketleri yapiyorlar, in
asagiya diye, fotograf cekip yola devam.
Dairesel halkalarin tam ortasinda bir park var, orada
da bir camii (Sabz Mescit), herhalde yine eski bir Zerdust tapinagiydi, Timur
zamaninda 1400’lerde yapilmis, oyle yaziyor disinda. Tamirat var icinde camii’nin,
disaridaki parkta golgede bir suru ruhsuz insan oturuyor, muzik yok, bagiris
cagiris yok, kadinlar burkalar icinde beraber, erkekler kendi kiyafetleri
icinde halka halinde oturuyorlar. Emina Balkhi turbesinin orada birisi ayagima
dolandi, urperdim, dilenci bir kadin burka icinde L felaket bir manzara. Ileride iki tane kadin yere oturmus, yasli sakalli
bir adamdan birseyler diliyorlar, heryer toz toprak. AK-47’li sivil kiyafetli
insanlar heryerde. Sasirtici bir sekilde sessiz, arabalar haric.
Eski adiyla, NauBahar, yani Zerdust Ates Tapinagi,
simdi ise kullanilmayan No Gombad Camii’sine ve sehir disindaki antik sehire
gitme istegim, sofor tarafindan kesinlikle bogazini keserler denip
reddedilince, canim sikildi ama yapacak birsey yok, buraya gelmek bile iyi
geldi. Yolun ilerisinden gordum ama indirmedi sofor. Yillarca kimse kazi
yapmamis, Fransizlar 4 – 5 sene evvel kazi yapmislar ama hemen bitirmisler. Dev
bir camurdan sehir esasinda. Bu arada Zerdust Dini’nin kurucusu Zoroaster
(Zerdust) burada yasamis ve Turan (Turk)’lar tarafindan savasta burada
oldurulmus yani burada olmasi lazim mezari ama Cengiz Han da Timur’da sehri
duzlemisler, mezar olsa da gorebilecegimi zannetmiyordum zaten.
Hersekilde vakti zamaninda Ipek Yolu’nun en onemli
sehirlerinden birisi olmus uzun zaman.
Buraya gelmeden Mevlana’nin Jalalludin Mohammad’in burali
oldugunu okumustum, ama kendisi ile ilgili hicbir bilgi yok. O zamanlar
tahminen Turkmen (Kara Koyun veya baska) biri tarafindan yonetilen bir bolgede,
belki Afgan belki de Turk bir ailede dogmus Mevlana, aile (babasi) Mogol
saldirilarindan yilinca, yola koyulup Konya’ya geliyorlar. Yazilanlara gore, Mevláná,
1207'nin 30 Eylül'ünde bugün Mezar-ı Şerif'in banliyösü olan ve şehre on dakika
mesafede bulunan Belh'de doğmus. Tarihi çok daha önceki asırlara dayanan Belh,
eski kaynaklarda ‘‘Máder-i Şehrhá’’ yani ‘‘Şehirlerin Anası’’ diye geçermis ve
o devrin önde gelen ilim merkeziymis. Belh'in önde gelen álimlerinden olan
Bahaeddin Veled, yani Mevláná'nın babası, şehirde karışıklıklar çıkınca
Belh'ten ayrılmis ve uzun bir yolculuktan sonra (Iran’a yerlesmemis, ilginc
sebebini bulamadim) Konya'ya yerleşmis. Mevláná o sırada yirmi yaşlarındaymis.
Mevláná'nın oğlu Sultan Veled, ailesinin Afganistan'dan Anadolu'ya göçetmesini
‘‘İbtidánáme’’ isimli eserinde anlatırken şöyle yazmis:
‘‘...Bahaeddin Veled, Belhliler'den incinince, o ebedi
padişahın gönlü onlara kırılınca, Tanrı'dan ‘‘Ey kutupların ulu padişahı’’ diye
ona nidá geldi: ‘‘Madem ki bunlar seni incittiler, tertemiz gönlünü kırdılar;
sen de bu düşmanların arasından çık da ben onlara azáb edeyim, belá
göndereyim’’. Tanrı'dan bu hitabı duyunca hışım ipliğini eğirdi, Belh'den
Hicaz'a hareket etti. Daha yolda iken o sırrın eserinin zuhur ettiğine dair
haber geldi, Tatarlar (Moğollar) onlara saldırmış, İslam ordusu bozulmuştu.
Beşh'i almışlar, o kavimden sayısız adam öldürmüşlerdi. ...Kábe'den Rum iline
(Anadolu'ya) geldi. Rum ülkesinin halkının da rahmete ulaşmasını diledi. Bütün
Rum ülkesi içinde Konya'yı seçti, orayı yurt edindi (Abdülbaki Gölpınarlı'nın
‘‘Mevláná Celáleddin’’inden).
1220'de Cengiz Han tarafından yağma edilen ve yakılıp
yıkılan Belh, eski güzel günlerine bir daha asla kavuşamamis. Timur'un oğlu
Şahruh Bahadır'la karısı Gevher Şah'ın 15. asrın ilk çeyreğindeki iktidarları
sırasında kısa bir zaman için önemli bir ticaret yolu haline gelmis ama daha
sonraları devam eden savaşlar şehri gene harabeye çevirmis ki keza Belh,
Taliban'ın gelişine kadar Mezar-ı Şerif'in pazar yeriymis.
Bu arada Ibn-I Sina da burada dogmus diyorlar ama
Ozbekistan’da da orada dogdugu soyleniyor.
Balkh’tan 20km ileride Hazreti Ali’nin mezarinin
oldugu, Mezar’I Serif’e geldik akabinde. Cok etkileyici, bana biraz Hindistan’da
Amritsar’daki Golden Temple’I hatirlatti icerisi. Disarisi ise fotografta da
gorulecegi gibi 1800’lerde gibi.
Bir efsaneye göre Hazreti Muhammed'in amcasının oğlu
ve damadı Hazreti Ali'nin cenazesini düşmanlarından korumak isteyen yakınları
cenazeyi Necef'teki türbeden gizlice çıkartıp beyaz bir dişi deveye yüklemiş ve
başıboş bırakılan deve nereye çökerse mezarın orası olacağına karar vermişler,
deve bugün Mezar-ı Şerif'teki türbenin bulunduğu yere çökmüş ve şehir adını bu
türbeden almıştır. Hazreti Muhammedin amcasının oğlu ve damadı olan dördüncü
halife Hazreti Ali, 661 senesinde Kufe'de İbn-i Mülcem adında bir Harici
tarafından katledilir ve bugün Irak'ın sınırları içerisinde bulunan ve Necef
olarak bilinen şehre defnedilir. ‘‘Harici’’, Hazreti Ali'nin de, onun rakibi
olan ve Emevi hanedanını kuran Muaviye'nin de tarafını tutmayan kişilere denmektedir.
İşte bu efsanelerden birine göre, Hazreti Ali'nin çok
yakını olan birkaç kişi katledilen Halife'nin cesedini Necef'ten kaçırmaya
karar verirler. Gerekçe, Ali'nin düşmanlarının, onun sağlığında alamadıkları
intikamlarını cenazesinden almaya kalkışmaları ihtimalidir. Bu tehlikenin önüne
geçebilmek için bir gece Hazreti Ali'nin mezarını gizlice açar, cenazesini dişi
bir beyaz deveye yükler ve kendilerinin de bilmedikleri bir yere doğru yola
çıkarlar. Cenazeyi taşıyan deve canının istediği ve gidebildiği kadar gidecek,
nerede bitkin düşüp yere çömelirse Hazreti Ali'nin mezarı orası olacak ama bu
yeni mezarın yerinden hiç kimse haberdar edilmeyecektir. Cenazenin böylece
sonsuza kadar emniyette kalacağına inanılmaktadır.
Devenin peşinden günlerce, haftalarca gider, çöller,
dağlar aşarlar. Günün birinde yorgunluktan artık adım atamaz hale gelmiş olan
hayvan durur ve olduğu yere çöküverir. Hazreti Ali'nin bendeleri cenazeyi
devenin sırtından indirip hemen oraya defneder ve sonra hepsi bir başka tarafa
gider izlerini kaybettirirler.
Derken aradan dört asır geçer, vakti zamanında devenin
çöktüğü topraklara Selçuklular hakim olurlar ve o zamana kadar gizli kalan
mezar 1136'da zamanın sultanı Sencer'in ruyasına girer. Hükümdar o devrin en
iyi ustalarını toplar, ruyada gördüğü yere hemen bir türbe ve bir de cami
yaptırır. Türbede yatanm kişinin kerametini görmek isteyenler caminin etrafına
kısa zamanda evler inşa ederler ve ufak bir kasaba haline gelen yerin adı
‘‘Mezar’’ oluverir.
Sultan Sencer'in inşa ettirdiği türbenin ve caminin
ömrü pek uzun sürmez. Doğudan öncü Moğol atlıları, arkalarından da Moğollar'ın
hükümdarı Cengiz Han gelir sadece Mezar'ı değil bütün o memleketleri yerle bir
ederler. Hazreti Ali'nin türbesinin yeri gene unutulur ve Sencer'in inşa
ettirdiği camiden tek bir iz bile kalmaz...
Bir sonraki ruya için aradan 300 küsur sene geçer ve
ruya görme sırası bu defa Timur'un soyundan gelen Hüseyin Baykara'ya gelir.
Timuroğulları'nın bu şair sultanı, 1481'de aynı yere daha büyük bir türbe inşa
ettirir ve türbenin etrafındaki yerleşim yeniden canlanır. O topraklara Hüseyin
Baykara'dan sonra hakim olan Özbek hükümdarları da türbenin etrafına gömülmeye
başlayınca mekán gittikçe büyür, güzelleşir ve dinî kimliğinin yanısıra siyasi
bir hüviyete de bürünür. Mezar, artık Afganistan'da kurulan devletlerin
hakimiyet alámetlerinden sayılmakta, hacca giden Orta Asyalılar'ın yolculukları
sırasında akın akın ziyaret etmeleri sayesinde de zenginleşmektedir. İsmi,
artık ‘‘Mezar-ı Şerif’’ olmuştur...
Biraz korkudan, biraz da sinir kapisinin kapanacagi
telasindan, cok oyalanmadan, kisa bir ogle yemeginin akabinde, sofor beni Heiratan
sinir kapisi kapanmadan yetistirdi ama yolda Afgan yemeklerinin tadina bakma
sansina eristim, sis kebap ve pilav yanina da ‘Bakla’ ne alaka ama ben
istemeden geldi sofraya. Kosa kosa sinirlar kapanmadan oteki tarafa gectim.
Ozbekistan sinirindan gectigime ilk kez sevindim desem az bile JJJ
Kostura kostura Temriz’e geri dondum, belki otel’den
esyami alip trene yetisirim diye (15:37) diye dusunuyordum. Keza cok az bir
zamanla yetistim ama bilet almaya zaman kalmadigi icin, taksi ile gitmek
zorunluluk oldu. Tren 02:20’de variyor Samarkand’a, sabahleyin de Tashkent’e.
Haliyle hic gerek yok, bu kadar kisa mesafe icin saatlerce yol gidip gecenin
korunde oraya varmaya diye dusunmustum ama yanilmisim.
Taksi duragina gelince, 50000Uzsom olmasi gereken
fiyat (taksi’de kisi basi), pazarlikla ancak 75000’e indi. Halbuki tren yari
fiyatina. Yine supriz oldu bu bana. Yola cikiyoruz, yine Metan Gazi molasi,
20dakika zorunlu, devaminda gece karanliginda inanilmaz bir kuyruk. Butun
arabalar durmus. Sofor diyor ki burasi sinir, ne siniri be pasham? Bavullar
elde disari cikacaksin, sonra x-ray’den gecireceksin sonra tekrar bineceksin.
Eee tamamda tek bir sira yok ki herkes kaynak yapiyor. Neyse biz 1 saat gectikten
sonra vardik kontrol noktasina. Elimde bavullar bagiriyorum askerlere, granitsa
diyor, dedim, neresi sinir, bi goster, neresi Ozbekistan neresi Afganistan.
Diyor yok burasi Ozbekistan ama ya Afgan terorist’ler gecerse diye yol kontrolu
yapiyoruz. Diyorum sagin solun bombos arazi, okuz olmak lazim bile bile buraya
girmek icin, anlamiyor. Sonunda anladim, bu kadar kisa bir yol neden bu kadar
uzun surer. Cunku 3 defa daha yol kontrolu var. Tren hakikaten de rahat ve
guvenli bakildigi zaman ne stres ne sinir harbi ne pazarlik etme ne yorulma ne
tuvalet derdi var. Sadece saatleri cok kotu, fiyat da konfor da cok daha iyi
taksi’ye gore.
Bir de taksi’ler hep sehrin disinda birakiyor,
onceden konusmak, izah etmek lazim.
No comments:
Post a Comment